Matmazel Marika bir ilk roman. Bir çerçeve hikâye ve asıl hikâyeden oluşuyor. Anlatıcı, aynı zamanda çerçeve hikâyenin başkişisi. Onun kişisel tarihiyle ülkenin resmî tarihi ve asıl hikâye iç içe geçiyor.

Romanın çıkış noktası tarihî bir belge. Roman bu yanıyla gerçeklikle bir ilişki kuruyor gibi görünüyor. İşin içine pek tabii kurgu giriyor; hatta fantastik ögelerle, yaşananlardan hayli uzağa düşüyor hikâye. Romandaki gerçeküstü olaylar onu bambaşka bir dünyaya taşıyor ki romanı okunur kılan da bu dünya. Resmi kültürden kopuş anları, farklı ve renkli yaşam biçimlerini gösteren bölümler de okuyucu için ilgi çekici diyebilirim.

Edebiyatımızda ve ona ilişkin incelemelerde çokça işlenmiş olan Batılılaşma, Matmazel Marika’da başka bir yüzüyle ortaya çıkıyor. Tek seslilik, akılcılık, özgürlük ideali, orta sınıf pragmatizmi gibi özellikler yok bu yüzde. Karşımızda 1918-1921 yıllarının İstanbul’u ve oradaki eğlence dünyası var. Bu renkli dünya, romanda arka plana yerleşen resmî tarihe bir alternatif oluşturmuyor. Popüler tarih akmaya devam ediyor. Bu ikili dünyanın bir bölümünde kadınlı erkekli toplanmaları, birlikte denizde yüzmeyi keşfedişi, şehir hatları vapurunda büfeden içki satışını görüyoruz. Çiçek Pasajı, meyhaneler, gazinolar, gösteri dünyası, tiyatrolar, kantolar göz alıyor. İşgal yılları ve şenlikli bir İstanbul. Bu durum anlatıcıyı şaşırtıyor, kimi zaman da irkiltiyor. En çok duyduğu sohbet konusu Batılılaşma. Her konuşma, tartışma neredeyse ona bağlanıyor. Bu tartışmalar yaşanırken anlatıcının zihninde, dünyaya kültürel zıtlıklar üzerinden bakan Peyami Safa’nın, Yakup Kadri’nin, Cemil Meriç’in satırları var.

Romana adını veren Matmazel Marika eğlence dünyasının içindeki bir karakter. Asıl/ iç hikâyedeki yeri önemli. Aşağıdaki satırlar, Sarayburnu açıklarında demirleyen Fransız gemisinde başçavuş olan Varnez’e ait:

“Zevk ve eğlence hayatına vurmuş, Pera, Galata ve Şişli’de meyhanelerde, barlarda sabahlıyor, güzeller güzeli Beyaz Rus, Rum, Ermeni dilberleri ile günümüzü gün ediyorduk. İşte sana anlatacağım ‘Marika’ isimli Rum kızını bugünlerde Tepebaşı’ndaki Bartoli Birahanesi’nde tanıdım. Muhtemelen takma adıdır Marika. Bilirsin Türkler için ‘adı lazım değil’ diye çekiştirdikleri bütün Rum kadınları Marika’dır!” (s. 32)

Romanın –genel anlamda– hayatın sayısız olasılıkları arasından seçilmiş olaylar örüntüsü olduğunu varsayabiliriz. Bu olasılıklar sosyal ortamla yakından ilişkili. Norm ve değerlerin yanında imgelerin ve anlamların alışverişi de söz konusu. Böyle baktığımızda yazara toplum tarafından sunulan imgeler var ve yazar kendi seçtiği bir dizge içinde bunları aktarıyor, diyebiliriz. Yani toplumsal olanın yapıta yansımasını ve toplumsal olanın yapıtta yeniden üretiliş biçimini sorgulamak mümkün. Metinden yola çıkarak dünya görüşlerini, ideolojileri, toplumsal imgelemi ve sınıfsal katmanları da değerlendirebiliyoruz. Bu nedenle yukarıya aldığım kısacık alıntıdan ve aslında romanın tamamından o dönemde azınlıkların ve göçmenlerin, sürgünlerin toplumsal hayatta kendilerine nasıl bir yer bulabildiklerini görebilmek olasıymış gibi geliyor. Kabul görenler ise asimile olanlar. Matmazel Marika’daki bir başka ilgi çekici karakter olan “Eski İrma, sonradan Saliha”yı bu duruma örnek olarak verebiliriz. İrma kaçak yollardan ülkeye gelir gelmez halis yurttaş Yavuz’a emanet ediliyor. Güzelliği, zarifliği, uyumu, yaratıcılığı bakımından yüceltilmiş bir karakter olan İrma, Beyaz Rus olan annesine hiç özlem duymuyor. Siyahi babasını sadece iki kez görüyor. Yavuz tarafından öyle iyi bakılıyor, korunuyor, kollanıyor ki onun babalığını hemen kabulleniyor ve yerlileşiyor.

Matmazel Marika’nın iskeleti işlenen bir cinayetin çözümüne ilişkin. Bu nedenle romanı suç edebiyatı kapsamına almak mümkün. Ana karakter bir dedektif değil, genç bir yazar adayı. Bir dedektif tavrı da takınmıyor. Öyle olsaydı, olaylar ve olgular arasında gerçekte var olan, fakat göz önünde olmayan bağlantıları ortaya çıkararak cinayeti çözmesini beklerdik. Bu süreçte bilimin imkanları da ona yardım ederdi. Romanda olan biteni anlatıcı-yazar adayının perspektifinden görüyoruz. Niyeti ya da ondan istenilen, cinayetle ilgili muammayı çözümlemesi. Onun bu işin peşine düşmesini sağlayan, arzusunun kaynağı diyebileceğimiz şey, çarpıcı güzellikteki genç bir kadının kim olduğuna dair merakı. Üstü örtülmüş gerçeklerin kendi kişisel tarihiyle de ilişkili olduğuna tanık oluyor hikâyenin sonunda. Fakat cinayet çözülürken aşacağı bir engel, alacağı bir risk yok. Ona bahşedilen bir güçle gözlemci konumuna geçiyor. Bu masalsı karaktere zor durumda yardımına koşabilecek boş bir defter de veriliyor. Fakat son ana kadar gözleyen ama müdahale etmeyen bir yazar adayı o. Yazar olmak böyle bir güce sahip olmaktır, diye düşünebiliriz belki.

Çağdaş polisiye, klasiklerden ayrılmış, okuyucu ile yeni bir sözleşme yapmış izlenimi veriyor. Kimilerinde katilin kim olduğu sayfalar boyunca araştırılmıyor, katil daha romanın başında ilan ediliyor. Cinayetin nedeni de büyük hırslar, nefretler değil. Bu romanlarda modern insanın irrasyonel, sebepsiz görünen cinneti ya da şiddet eşiğini aşması söz konusu. Bazen bu durum öyle hale geliyor, şiddet eşiği öyle inceliyor ki cinayet sıradanlaşıyor. Okuyucu öldürenle rahatlıkla empati kurduğu gibi ona sempati de duyabiliyor. Madam Marika’da da katil ya da katil olduğu düşünülen kişi hikâyenin başında cinayeti ilan ediyor. Hatta olayın aydınlanmasını isteyen bizzat o. Tasarlanmış bir cinayet değil bu ve işlenmesiyle elde edilecek maddi veya manevi bir çıkar yok.

Romanda iki ayrı aşk hikâyesi var. İkisinin de çok derinleştiği söylenemez. Fakat platonik olanın bir derinliği olduğu fikrini karşılıklı yazılan mektuplardan ediniyoruz. Aslında polisiye yazarının amacı okuyucunun bir sonraki sayfayı çevirmesi. Bu nedenle merak ögesini ön plana alıyor, aşk ilişkileri onun gölgesinde. Bununla birlikte iki ayrı aşk üçgeninin kurgudaki etkisi hayli fazla.

Matmazel Marika’nın zihin/ruh ve beden ilişkisine düalist bir yaklaşımı var. Hatta anlatıcı romanın kimi bölümlerinde ruhun ne menem bir şey olduğuna dair yorumlar yapıyor: Zamansız, mekânsız, bedensiz olan. Tabii bu durum hikâyenin iskeletiyle de ilişkili. Bunun yanında, karakterlerin düşünce dünyası bu düalist yaklaşımla paralel. Platonik aşk ve cinsel aşk karşılaştırmaları da romanın anlattığı dönemle uyumlu.

Bütün kitapların bir yazılış hikayesi vardır. Matmazel Marika da ilhamını doğrudan hayattan almış. Yazarı Ali Tanrısever, yaşanmış olaylardan yola çıkarak gerçeküstü hikayeler kurgulamayı sevdiğini söylüyor. Onu Matmazel Marika’yı yazmaya iten de bir kitapta gördüğü dipnot olmuş. Dipnotta Beyoğlu gazinolarında garsonluk yapan bir Rum kızını tebdili kıyafetle kaçıran Başçavuş Varnez ve arkadaşından söz ediliyor. İki asker onu Sarayburnu açıklarındaki Fransız gemisine götürüyorlar ve orada öldürüyorlar. Dipnot, iki arkadaşın tutuklandığı ve Pangaltı Tevkifhanesine sevk edildiğine dair polis müdüriyetinden Dahiliye Nezaretine gönderilen yazıya ilişkin.[1]

Matzamel Marika’da işgal döneminin hayatını, düşünce yapısını yansıtan bölümler etkileyiciydi. Bugünden o günlere bakan anlatıcının perspektifini ve yeniden ürettiği kimi ögeleri sorgulamak mümkün elbette. Belki de Matmazel Marika’yı resmi tarihin gölgesinden uzak, yalın haliyle okumak isterdim. Tıpkı Ali Tanrısever’in meraklandıran ve gülümseten öykülerini okuduğum gibi.

Nalan Arman


[1] İlbeyi Özer, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, Truva Yayınları, 2009.