Öteden beri inceleme başlığı altında yazılıp da öykülerin konularını özetleyen metinleri sevmemişimdir; kanımca yapılmasıyla yapılmaması arasında hiçbir farkın olmadığı eylemler kategorisinde bir iştir bu. Yani, bir öykü kitabını alıyorsunuz, tek tek öyküleri sıralayıp her birinin konusunu üç dört satırda anlatıveriyorsunuz ve bunun adı inceleme oluyor!

Öykü ve özetin birbirine ters terimler olduğunu düşünüyorum ben. Hani nerdeyse bir öykünün özetlenemediği ölçüde iyiolduğunu savunacağım! Tabii burada belki biraz modern öykü vurgusu yapmak da gerekiyor. Öykünün bir tür olarak günümüzde ulaştığı, evrildiği yerde başka noktalara da bakmak durumundayız. Bugün bir öyküyü yapan şeylerin –kısalık, yoğunluk, iç ritim, vb.– özetleme işlemi esnasında buharlaştığı gün gibi açıktır. Bu bakımdan, ben özetlenen (özetlenebilen) ve konusu bir iki satırda anlatılabilen herhangi bir yazının, apayrı ve özgün bir sanat formu olan öyküyle bağlantısını kurmakta zorlanıyorum.
Bağlantılar ve Özetler
Ne tür bir bağlantıdan bahsediyoruz burada? “Ecco il mare, Maria!”yı düşünelim. Özetleyebilir misiniz bu öyküyü? Ferit Edgü’nün bütünlüklü dili, yani sözcük seçimiyle sağlanan o sıkı doku ve bu özelliklerin kattığı hava giderse geriye ne kalır bu öyküden? Başka türleri bilmem ama öyküyü o doku için, o yoğunlaşmış ses için okuruz çoğu zaman. Tehlikeli Oyunlar’da vardı: Bir gün Hikmet karısının günlüklerini okur ve ona, bu mücevherleri sen mi dizdin karıcığım, gibi bir soru sorar. Demem o ki, Ferid Edgü’yü seven biri onun öykülerinin özetlerini okumakla (ya da yazmakla) uğraşmaz. Bir mücevher takımını bozmak anlamıma gelir bu.
Üstelik, “Ecco il mare, Maria!” zaten kısa öykü türünde bir metindir. Yani çıkarılacak bir özet, öykünün kendisinden uzun olabilir! İşte size ustaların ustalığı. Ama ben uzun öyküler için de aynı şeyi söyleyeceğim. Ton, ritim, iç referanslar ve anlatıcının zihinsel durumunun onun söz dizimine yansıması. Demir Özlü’nün “Derine”si, mesela. Neyi özetlenecek bu öykünün? Bir de asıl soru: Neden özetlenecek? Kim bir sanrıyı özetlemek ister ki?
Dünya edebiyatından bir örnek olarak, Ernest Hemingway’in “Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler” adlı öyküsünü ele alalım. Bakın, özetlememelisiniz demiyorum, zaten yapamazsınız. İsteseniz de olmaz yani. İnceleme yazılacaksa metaforlara, kullanılan sözcüklerin art anlamına, tarihi ve sosyal arka plana, öykünün kendi içindeki göndermelere ve yazarın diğer eserlerindeki ortak motiflere bakılabilir. Bunlar ilk aklıma gelenler, daha nice araç bulunabilir. Hemingway öyküleri, mesela, bu saydığım nitelikler için zengin ve verimli bir kaynak sunar. Kendisi zaten buzdağı teorisinin sahibi değil midir? “Beyaz Fillere Benzeyen Tepeler” diyaloglara yaslanan ama karakterlerin her şeyi söylemediği, anlatıcının da fazla renk vermediği muazzam bir öyküdür. Biraz böyle şeylerle uğraşmak gerekir yani. Yoksa, “Bu güzel öyküde istasyonda oturup tren bekleyen bir adam ve bir kadın karşılıyor biz okurları…” diye yazmak işin kolayı.
Şiirin anlatılmazlığı, öykünün özete gelmezliği
Onur Çalı’nın aktardığına göre[1], Melih Cevdet Anday da öyküye biraz şiirin penceresinden bakmış, bu ikisini –bu konuştuğumuz manada– birbirine yakınlaştırmıştır. “Bu şiirinizde ne anlatmak istemiştiniz?” şeklindeki soruyu yadırgayan Anday, ozanın buna yanıt bulamayacağını, bir yanıt bulursa da bunun o şiirin yok olması anlamına geleceğini söylüyor.
Anday, buradan hareketle modern öyküye de benzer bir nitelik yüklüyor, anlatma ve aktarma konusunda:
“Şiir üstüne yazdığım yazılarda bir şiirin anlatılamayacağı konusunu sık sık açarım; bir şiir, anıldığında ancak yeniden okunur, başka yolu yoktur bunun. Öykü ise anlatılabilir diye düşünüyoruz. İşte, modern nitemini hak eden öykü yazarları bu kanıyı yıktılar.”
İşin özeti
Şüphesiz “öykü özeti” konusunda dertli olan tek biz değiliz. Eski ustalar da bu konuya kafa yormuşlar, bu işe bir ölçüt getirmek istemişlerdir. Faruk Duman’ın aktardığına göre[2], Erdal Öz’ün şu sözleri özet ve öykü konusunu yeterince iyi biçimde açıklamakta ve bizim bu yazıda anlatmaya çalıştığımız tüm düşünceleri pek güzel özetlemektedir:
“Öykü ancak okunarak beğenilsin; konusu bir başkasına özetlenip anlatılınca öykü, öykülüğünü yitirsin istiyorum.”
Okunarak beğenilmek. O kadar doğru bir söz ki. Bu, işte öykünün şiire yaklaşan tarafıdır. Yani anlatılmayan ve özete gelmeyen tarafı.
Aslına bakarsanız, ben de öykülerim ancak okunarak beğenilsin isterim. Daha doğrusu böyle öyküler yazmak, yazabilmek isterim. Ama tabii ürettiğimiz metinler her zaman okur nezdinde bir karşılık bulamayabilir. Yani yazdıklarım hiç okunmayabilir ya da okunsa da öykülerimi seven, beğenen hiç kimse çıkmayabilir. Bu durumda tek bir dileğim olur edebiyat tanrısından: Onları kimse özetlemesin yeter!
Mesut Barış Övün
[1] Onur Çalı, Sonra Hayat, s. 14, Alakarga Yayınları (2021).
[2] Faruk Duman, Tom Sawyer’ın Kitap Okuduğu Kulübe, s. 94, Can Yayınları (2015).