Tuncay Birkan’ın hazırladığı Tek İnsanın Değeri, Haldun Taner’in 1955-1986 yılları arasında Tercüman, Milliyet gazeteleri ve başka yayınlarda çıkmış yazılarından oluşuyor. Bu yazılarında güncel konuları, çağın getirdiği toplumsal sorunları eleştirel, hoşgörülü ve esprili bir yaklaşımla ortaya koyuyor Haldun Taner. Kadın-çocuk, aşk-evlilik, saygı-sevgi, gençlik-yaşlılık, insan-hayvan, geçmiş-gelecek, mutluluk-umut, özel günler-tatiller gibi pek çok insani konu ve toplumsal olguyu geniş bir kültürel çerçevede irdeliyor. Kitaba adını veren “Tek İnsanın Değeri” adlı yazıyı tadımlık olarak sunuyoruz.

Altını çizdiğimiz yerler

Bizde insan hayatını umursayan hele şu son zamanlarda hiç kalmadı gibi bir şey. Zamanla maddi, bencil, büsbütün nemelazımcı olduk çıktık.

Sokakta iki kişi birbirine girse aman bize bir şey olmasın diye yol değiştiriyoruz.

Geçende Beyoğlu’nun ortasında fenalık geçirip düşen ve kaşı yarılan bir hanımefendiyi kimse tutup da ayıltmaya, eczaneye ya da hastahaneye götürmeye cesaret edemedi. Gelen geçiyor, kadıncağız yerde kaderi ile pençeleşiyordu. Koluna girip eczaneye götürdüğüm zaman kalfa yarayı temizlemedi. Pamukla alkol alıp kendim eczacılık etmek istedim. Bu sefer de hanım istemedi:

– Bırak oğlum dedi. Öyle kan revan içinde bırak beni ki şunlarda biraz ar damarı kaldı ise utansınlar insanlıklarından.

Geçen yıllar, Suadiye’de tramvay altında iki ayağı kesilen bir talihsizi arabamız kanlanır diye yarım saat orada bekleten şoförlere ne buyurulur?

Üç ay önce tam radyoevinin karşısında çarpıp koma haline getirdiği kurbanını yol üstünde bırakıp kaçan hususiye ne sıfat verilir?

Amansız hastalığını tedavi için Almanya’ya gitmeye kalkan Ekrem Reşit’e ilkin bu orada da geçmez diye döviz reddetmek, belki mantığa, kanuna uyar ama hangi insafa sığar?

Tek tek bireylere yapılan bu insanlıktan uzak muameleler için örnek stokumuz bitmeyecek kadar boldur, bilmem bu sütunun altında Tevfik Erol arkadaşımıza gelen mektupları okuyor musunuz.

Bunların yüzde altmışı, hastahaneye alınmayan veremlilerin ya da bir hafta sonra ölüm halinde taburcu edilen başka hastaların içler acısı yakınmalarıdır.

Durum böyle iken dünkü gazetelerde çıkan bir haber beni doğrusu çok afallattı.

Yedikule’de çalıştığı fabrikadan çıkarak Silivrikapı’daki evine bisikletle giden Aysel Özçelikpençe adında bir genç kız bir bostana yuvarlanarak çok feci şekilde bir domates sırığına saplanmış.

Barsakları, karaciğeri, safra kesesini geçip diyaframı delip ciğere saplanan sırık genç kızı hemen o an doyamadığı hayattan ölümün karanlığına götürmek üzere iken Bakırköy İşçi Sigortaları Hastahanesi’nin gayretli doktorları 7 saat süren bir ameliyatla kızcağızı hayata çekmeye uğraşmışlar. Didinmişler terlemişler. Ama bu yetmemiş. Ayselciğin kurtarılması için Türkiye’de bulunmayan mucizevi bir Amerikan antibiyotiği gerekmiş. Şehrin dört yanına haber salınmış. Hastahane telefonları seferber edilmiş. Sonunda şahsi dolabında kendi ve yakınları için sakladığı böyle bir ilacı bir ilaç fabrikatörü kazazedenin emrine vereceğini bildirmiş. Trafik Şubesi Müdürü de şehrin bir ucundaki fabrikadan öbür ucundaki hastahaneye ilacı kendi arabası ile 15 dakikada ulaştırmış. Bu insanüstü çabaların sonunda Aysel şimdi iyileşmekte imiş.

Bunu okurken önce rüya görüyorum sandım. Gözüm ister istemez gazetenin tarihine kaydı. Mevsimsiz ve soğuk bir 1 Nisan şakası olmasın diye. İnsanlıktan o kadar uzaklaştık ki…

Sonra gerçek olduğunu anlayınca gözlerim buğulandı, tüylerim ürperdi. İçimi sıcak bir şey kavradı.

Genç bir işçi kızcağız için uğraşan didinen o doktorları, dört tarafa telefon yağdıran polisleri, kendi için sağladığı mucize ilacı büyük bir insanlık duygusu ile hemen veren ilaç fabrikatörünü ve canavar düdüğünü öttüre öttüre şehri yıldırım süratiyle geçen Trafik Müdürü’nü kucaklayıp öpmek geldi içimden.

Sonra da ellerini iki elimle sıcak sıcak kavrayıp:

– Sağ olun, var olun. İnsanlığın daha bitmediğini, sâde midemizin değil, kalbimizin de yerinde durduğunu bize hatırlattınız, gösterdiniz.

Hem Aysel’i kurtardınız, tek insan hayatına bu kadar önem verdiniz. Hem de bunu bize gösterip cesaretlendirdiniz, ümitlendirdiğiniz için insanlık namına, kardeşlik namına size gönül dolusu teşekkür ederiz diye bağırmak geldi.

Tercüman, 16 Ağustos 1959