Halil Yörükoğlu

Evet çocuklar, 29 Ekim 1923’te ne oldu? Cuumhuuriyet iilan edildi öğretmenim.

Hep birlikte değil ama ayrı ayrı. Önce birinci sınıflar. Cumhuriyet ilan edildi öğretmenim. Şimdi ikiler. Cumhuriyet ilan edildi öğretmenim. Üçler, tamam artık oğlum sessiz, hey size diyorum, üçler.

Cumhuriyet derlerken zil çaldı. Yavaş yavaş çıkın ufak olanlar arada kalıyor dediğimi bile duymadılar. Pencereleri açtım ben de çıktım. Hava hafif serindi ama çok güzeldi. Bahçedeki kavak ağaçların yaprakları dökülmüştü. Arka taraftaki elmaları çocuklarla beraber geçen hafta toplamıştık. Oradan gelen parayla futbol kalesi yaptıralım öğretmenim demişlerdi.

Çocuklar bahçede top oynamaya başlamışlar. Canavar amcanın karısı evinin önündeki ayvaları topluyordu biraz onu izledim biraz da koşturan çocuklara baktım. Sonra okulun bizim evden tarafına doğru yürüdüm. Dedem evin önündeydi. Çeşme suyuyla çitlerin dibindeki ağaçları suluyordu. Sonbaharda ağaç sulayan dedeme el salladım. Babaannem nerede diye el işareti yaptım, o da aynı şekilde evi gösterdi.

Saatime bakıp bu defa da yoldan tarafa yürüyüp sınıfa girecektim. Zaten son ders kalmıştı. İnsanların yarısı sahile göçmüş, yaylada kalanlar ara sıra köyün altındaki bahçelere gidiyor, sonbahar her şeyiyle hissediliyordu. Yoldan geçerken Durmuş amcayı gördüm. Ayaküstü iki hoş beş ettik. Dolaşıyormuş, zaman geçiriyorum dedi. Bizim ihtiyarları sordu. Bildiğin gibi dedem bahçede üzümlerle ağaçlarla oyalanıyor da babaannem pek iyi değil dedim.

Allah kolaylık versin dedi bu sefer. Başımı salladım. Yok mu bir şey diye sordu. Güldüm. “Ne gülüyon hoca olacağı söylüyorum valla, yüzün diye değil gittin okudun geldin çocukları her sabah o kadar yoldan kurtardın ama sen de insansın tek başına zor.” Tek değilim diyecekken vazgeçtim. Hayırlısı olsun Durmuş amca diye geçiştirdim. Benden laf çıkmayacağını anladı. Hadi tutmayayım seni, selam söyle sizinkilere diye bakına bakına gitti. Selametle deyip sınıfa yöneldim.

Tam içeri girecekken WhatsApp gruplarından birine mesaj geldi. Öğretmen arkadaşlar yarın akşamki yemek programı hakkında yazışıyorlardı. Telefonu cebime koydum. Sınıfa girdim, pencerelerin kenarlarına küçük bayraklardan asmıştık, hizası bozulanları düzelttim. Atatürk köşesinde eksik var mı diye baktım. O sıra zil çaldı yine hep beraber koştura koştura sınıfa girdiler.

Biraz daha ders yaptıktan sonra çocuklara yarınki programı yeniden anlattım. Anladınız mı diye tekrarladım. Hep birlikte anladık öğretmenim dediler. Sevindim.

Ders bitti. Çocuklar koştura koştura çıkıp evlerine gitti. Sınıfta kalıp defteri doldurdum. Etrafı kontrol edip bahçeden çıkıp eve girdim. Biraz yemek biraz iş güç akşamı ettik. İkisini de çocuk gibi yedirip içirdikten sonra uyuttum. Sobayı yakmıştım, uykum gelene kadar kitap okudum. Çıktım balkonda sigara içtim, sonrası uyku. Ertesi sabah kalktılar. Lavaboda tıraş oluyordum ilkokul çocuğu gibi kapıya geldiler. Ne oldu bir şey mi diyeceksiniz dedim, hiç dediler. Anladım ama hallerinden. Gelecek misiniz diye sordum, başlarını salladılar. Hadi hazırlanın dedim. Çocukları sıraya dizdim. Bizim köylüleri de muhtarla azayla beraber sandalyelere yerleştirdim. Babaannemle dedemi de oturttuktan sonra istiklal marşı, günün anlam ve önemi derken sırayla çocukları şiir okutmak için sahneye çıkartmaya başlarken babaannem ayağa kalktı. Komşu kadınlardan biri kolundan çekti ama fayda yok. Dik dik bana bakıyor. Yanına gittim, ne oldu babaanne dedim. Çişim geldi dedi. Okulun tuvaletine götürdüm getirdim. Biraz sonra yine ayağa kalktı. Bu sefer dedem elinden tutuyor, babaannem onun eline vuruyor. Kadınlar bakıyor erkekler homurdanıyor. Neyse bir şekilde yerine oturdu. Üçüncü çocuk şiir okurken yine dikeldi, ben gideceğim bu adam beni zorla kendine alacak dedi. Dedem ben seni alıp ne yapayım tepegöz dedi. Ortalık birden piyese döndü. Sonra tuttu dedeme çat diye bir tokat attı. Olacak gibi değil. Köylüler biliyor da bilse ne olacak. Gittim yanına sarıldım. Babaanne Mustafa ben dedim. Sakin ol diye elini tuttum. Mustafa kim diye sordu. Torunun, öğretmen olan deyince sen o musun dedi. Evet diye başımı salladım. Oturdu. Programı zar zor bitirdik. Hemen ertesi gün arabaya bindirdim, doktora götürdüm. Evden kaçabilir, iyice zor döneme girmiş dikkat edin dedi doktor. Eve geldik. İki üç gün ruh gibi dolaştı etrafta. Ne benimle ne dedemle konuştu. Yemesi içmesi de azaldı. Üçüncü günün sonunda ananla baban nerede senin dedi, akşam vaktiydi salonda sobanın kenarında oturuyordum. Onlar yok ya babaanne, gittiler hani dedim. Haa dedi. Sonra yine sustu. Bu sefer de ben yanaştım yanına. Baktı böyle kara kara.

Babaanne senin yaş kaç dedim. Düşündü düşündü bilmem dedi. Bekledim. Babaanne cumhuriyet kaç yaşında dedim, 100 dedi. Bir kez daha sordum. Yüz diyorum ya dedi. Hey gidi gözleri gök, saçı kınalı Osman Hoca’nın kızı aferin sana dedim. Gülümsedi.

Onu öyle keyifli görünce babaanne şiir okuyalım mı diye sordum. Daha lafım bitmeden, “Türk ulusu günden güne, yükseliyor bak göklere, Yüce Atatürk kavuşturdu bizleri cumhuriyete” diye şiiri okumaya başladı.

Üst dişi alttaki artık bir dişe sahip olmayan ete değiyor, gözleri büyüyor, yanakları yumuşacık sallanıp duruyordu. Kocaman vücudu sanki tiyatro oyuncusu çocuk rolüne girmişti.

Çekeyim mi seni dedim ilk kıtayı bitirince. Neden dedi. Şiiri okudun ya ondan diyorum hatıra kalsın diye açıkladım. Ha şiiri mi tamam tamam çek sen diye başını salladı.

Telefonu elime aldım videoyu açtım. Göz kırptım.

“Cumhuriyet hayat demek, Yükselmeye kanat demek, Öz yurdumun sevgisini, kalbim de hep yaşat demek.”

Çektin mi diye sordu. Boğazı kurudu. Başımı salladım. Bakayım diye elini telefona uzattı. Elinin üzerindeki kemikleri saysan olacak. İyice zayıflamış, canım sıkıldı. Ekranda kendini görünce “Meliklerimi bozdu annem olacak gavur baksana” diye söylendi. “Kınalı kınalı saçlarımı ören de kendisi halbuki.”

Neden bozdu babaanne dedim. “Bu gavura varmam dediydim ondan bozdu. Okuyacaktım ben. İlkokulda akıllıydım.” Hâlâ öylesin dedim, bu sefer yavaşça dizine yattım. Ah benim sarı oğlum deyip elini tişörtümden içeri soktu. Sen ufakken sırtını kaşıdığımda hemen uyurdun dedi. Hiç sesimi çıkarmadım. Şimdi de uyurum diyecektim, aklına bir şey gelir diye öylece bekledim.

Bana mı seslendin dedi dedem, odasından elindeki muska lokumla içeri salona geldi. Valla dişlerime yapışıyor lokum ama canım da istiyor hanım dedi. Başını eğdi, söyle şu herife bana hanım deyip durmasın çocuk dedi. Dedem kız o dedim. Annem beni buna vermiş desene diye videoda kendini izlemeye devam etti.

Halil Yörükoğlu