“Onlar orada bekleyedursunlar Godot’yu
Ya bunlardan ne haber?
İşte bunlar da iki gariban
İki serseri
İki sıfırı tüketmiş insan.
Ve de aşağı yukarı
Onların hamurundan.
Ne ki bunlar hiç beklemezken Godot’yu
Nereye gitseler tepelerinde bulurlar onu.”
Ustanın yazdığı bir tiyatro oyunun girişidir bu. Vladimir ile Estragon’un yerini Ahi ile Vahi almıştır. Tam tersine çevirmiştir oyunu. Beklemek, yerini beklememeye bırakır. Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken’i yazmıştır, cevap Atay’dan gelir: Godot’yu Beklemezken.

Onun imzaladığı Godot’yu Beklemezken (Gerçek Sanat Yayınları, 1994) kitabının iç sayfalarını açtığımda karşıma çıkan tanıdık el yazısı şimdi okuyacaklarınızı, saklandıkları yerden suyun yüzeyine çıkarıyor. Nereden nereye?
Bir zamanlar Cahit Bey vardı İzmir’in sokaklarında.
Size Cahit Bey’in hikâyesini anlatabilmem için geçmişe gidiyorum ve şöyle bir başlangıç hatırlıyorum…
Mekân, yerel yönetimlerin kültür müdürlüğü. Bir misafirimiz var; dostumuz, ilçe halk kütüphanesi müdiresi. Sohbet sohbeti açıyor, bize tiyatro yazarı Cahit Atay’dan söz ediyor. İlçemizde yaşadığını söylüyor. “Karaların Memetleri”nin Cahit Atay’ı. O büyük isim. Şaşkınız. Bundan haberimiz yok ve olmaması bizim ayıbımız.
İş yerimizden yürüme mesafesinde oturuyormuş Cahit Bey. Yani komşuyuz ve biz bundan haberli değiliz. Yerel yönetimlerin kültür müdürlüğü, ilçesindeki her bir yazardan sanatçıdan haberdar olmalı değil mi? Bu da bizim utancımız olarak geçsin kayda.
Sahip olduğumuz yeni bilgiden sonra ilk adımı atıyor ve kendisiyle tanışıyoruz. Arkasından adının, yaşadığı sokağa verilmesini sağlıyoruz. Bugüne kadar 4 rakamdan oluşan sokak nihayet anlamlı bir ada kavuşuyor. Ustanın katıldığı törenle sokağa “Cahit Atay” tabelası çakılıyor. Sonraki hamlemiz uzun yıllardır yaptığımız Liselerarası Tiyatro Şenliği’ne bundan böyle Cahit Atay’ın adını eklemek: Cahit Atay Liselerarası Tiyatro Şenliği. Bir tiyatro yazarı için bundan büyük mutluluk olur mu?

Tanışıklığımız daha sonra farklı bir noktadan ilerliyor: Yazar Hidayet Karakuş, Cahit Atay’ın el yazısı ile yazdığı tiyatro metinlerini bilgisayarda temize çekecek birini aradığını söylüyor. İşe hemen talip oluyorum.
Bundan sonrası evinde uzun sohbetlerin zamanı. Yazdığı metinlerin ilk okuyucusu olmanın ayrıcalığına keyifli saatler ekleniyor. İleri yaşına rağmen işlek bir zekâ ve onun uzantısı işlek bir kalemin hâlâ üretmeye devam etmesine tanıklık ediyorum. El yazısıyla ile yazmış olduğu oyun metinlerini bilgisayarda yazmanın dışında, çıktılarının alınması ve zarflayıp postaya verilmesi işini de üstleniyorum. Zarflar özel tiyatrolara ve devlet tiyatrolarına doğru yola çıkıyor. O yıllarda Atay için önemli olanın, başvurulardan bir sonuç çıkmasından daha çok hâlâ üretebiliyor olmanın sevinci olduğunu söyleyebilirim. Nokta koymadan yazabildiği kadar yazmanın keyfini çıkardığı bir dönemdi onun için.
Şimdi arşivime bakıyorum da o günlere ait herhangi bir fotoğraf bulamıyorum. Evinde kitap okurken, masasının başında çalışırken, okunaklı, güzel bir yazı ile kağıtları doldururken bir fotoğrafını arıyorum. Veya evinde birlikte çekildiğimiz. İnanması güç ama bulamıyorum. Bu benim gibi fotoğrafla içli dışlı biri için oldukça şaşırtıcı. Nedenini hatırlayamıyorum. Acaba yazarın bir tercihi miydi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Öyle ya ben böyle bir kareyi kaçırmış olamam değil mi?
Cahit Atay’ın günleri yeni yazdığı oyunların heyecanıyla geçerken bir yerinden kırılıyor. Ama büyük bir kırılma bu. Eşini kaybediyor. Ani bir kayıp bu. Atay, kelimenin tam anlamıyla hayata küsüyor. Suskunlaşıyor, bırakın bir kelime yazmak, bir cümle bile kurmak istemiyor. Tek başına yaşaması imkânsız hale geliyor, içine kapanıyor. Komşularının yardımı ile yaşama tutunmaya çalışıyor. Ama bu da sürdürülebilir bir şey değil. Hiçbir akrabası da olmayınca Büyükşehir Belediyesinin huzurevine yatırmayı planlıyoruz. Tek çözüm o görünüyor, kabul eder gibi oluyor ama son anda vazgeçiyor. Eşinin akrabalarının teklifiyle onlarla birlikte yaşamak için Çanakkale’ye gidiyor. Adını taşıyan o çok sevdiği sokağından da evinden de ayrılmak zorunda kalıyor.
Ölüm haberini Çanakkale’den alıyoruz. Biliyoruz ki eşinden, evinden, sokağından ayrılmak Cahit Bey’in yaşamını sürdürmesini imkânsız kılmıştı. Onu tanıyan biri olarak bir noktadan sonra yaşamın pamuk ipliğine tutunmaktan vazgeçtiğini tahmin etmek zor olmuyor. Sessiz sedasız kayıp gidiyor.
Benim için bir zamanlar Cahit Bey vardı bu şehrin sokaklarında.
Tanışmış olduğum ve bir dönemine tanıklık etmiş olduğum için şanslı ve ayrıcalıklı sayıyorum kendimi.
Melih Elhan