Notun tarihi 23 Ağustos 1939, yani İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından bir hafta önce; şöyle yazılmış: “Her şey bitti artık. Gerçekten bir yazar olsaydım, savaşı önleyebilmem gerekirdi.”

I.
Metis Yayınları’ndan çıkan Murathan Mungan seçkisi Yazıhane’de dikkatimi en çok çeken, aklımda en çok kalan metin –içinde geçen bir cümleden ve yazarın bu cümle etrafında tartıştığı argümandan dolayı– Elias Canneti’nin denemesiydi. Pek çok ünlü ve saygın kalemin kendi yazı ritüellerini, edebiyata bakışlarını ve yazar olma serüvenlerini anlattığı denemelerden oluşan kitapta Canetti’nin “Yazarın Uğraşı” adlı metni daha çok Yazı’nın amacını, yazar olmanın anlamını ve edebiyatın –ya da güzel sözün– hayatımıza etkisini işliyordu.
II.
Son olaylardan sonra bu yazıyı açıp yeniden okudum. Son olaylar, işte hepimizin bildiği şeyler: Gazze’nin kuşatılması, haftalarca susuz ve elektriksiz bırakılması, İsrail’in –yani bir devletin– hastaneleri ve alelade insanların yaşamlarını sürdürmeye çalıştığı kampları bombalaması, Biden’ın pişkin ziyareti (pişkin, burada kullanabileceğim en hafif kelime) ve nihayet Batı’nın bu duruma karşı aldığı, almadığı tavır. Ekrandan canlı yayınlanan ilk savaş değil, diye düşünenler var. Katılmıyorum, çünkü bu bir savaş değil!
III.
Dünyanın gözü önünde işlenen cinayetle birlikte Yazarın Uğraşı’na dönmemin sebebi Canetti’nin anonim bir yazardan okuduğunu söylediği bir cümleyi aktardığı kısımdır:
Kısa süre önce rastlantı sonucu anonim bir yazarın bir notunu buldum. Kimse tanımadığı için bu yazarın adını verebilmem olanaksız. Notun tarihi 23 Ağustos 1939, yani İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından bir hafta önce; şöyle yazılmış: “Her şey bitti artık. Gerçekten bir yazar olsaydım, savaşı önleyebilmem gerekirdi.” (Yazıhane, s. 68)
Canetti ilk okuduğunda bu söze bir anlam veremediğini, burada ima edilen şeyi yadırgadığını söylüyor bize. Yazar olmaya ya da Yazı’ya bu kadar yüksek bir sorumluluk verilmesi onu kızdırmıştır. Yazara atfedilen savaşı önleyebilme gücü! Canetti’ye göre aslında yazarlığı küçültmekten, onu itici hale getirmekten başka bir şey değildir yapılan. “Dinleyeni kuşku içinde bırakan büyük söz söylemenin bir örneği”olarak görür anonim edebiyatçının yazdıklarını.

Ama zaman içinde cümle onun peşini bırakmaz, sürekli bu cümleye geri döner. Yazarın kimseyi değil de kendini eleştirmesi, bir şeyleri önleyemediği için sadece kendini suçlaması etkiler Canetti’yi. Yazmanın işlevi ve yazarın uğraşı üzerine düşündükçe bu anonim yazarın haklı olduğunu sonucuna varır:
Beni bu noktada düşündüren ve kendisine çeken de, bir sorumluluğa yönelik bu usdışı işlemden başka bir şey değil. Şu da eklenebilir: Savaşın kaçınılmaz olduğu konuma sözlerin aracılığıyla, bilinçli ve sürekli söylenen, kötüye kullanılan sözlerin aracılığıyla gelindi. Sözlerle bu denli çok şey yapılabiliyorsa eğer, o zaman yapılan neden yine sözlerle önlenemesin? Sözleri ve sözcükleri başkalarından çok kullanan birinin, onların etkisinden de başkalarının beklediğinden daha çok şey beklemesinde şaşıracak hiçbir yan yok. (Yazıhane, s. 69)
Ama ütopik, ama değil – soruyu haklı buluyorum ben (aklımda kalması da haklı bulmamla ilgili zaten): Bugün gelinen noktaya sözlerle, cümlelerle ulaşıldıysa, aynı araçlarla bunun tersinin başarılması neden mümkün olmuyor? Sözcükler bu kadar etkiliyse, yazarlar ve şairler bu kadar üretkense ve şu meşhur Edebiyat Ne İşe Yarar sorusu üzerine hakkıyla düşünüyorsak ve buradan hareketle durmadan, durmadan yazıyorsak tüm bunların bir sonucu, olumlu ve barışçıl bir sonucu olması gerekmez mi? Öyle ya, bir yazar sözcükleri ve dili en yetkin ve estetik biçimde kullanan kişiyse, sahip olduğu (ya da olması gereken) ikna gücünü sahaya sürdüğünde insanların fikirlerini değiştirip savaşları önleyebilmesi gerekmez mi? Haksızlıklara da, yoksulluğa da, ayrımcılığa da –dolaylı yoldan da olsa– dur diyemez mi? Üstelik, dünya yüzeyinde yazın ortamı çok dinamik! Her ülkede, her dilde müthiş edebiyatçılar var, inanılmaz yetenekli yazarlar, duygularımızı ayağa kaldıran şairler, Nobelistler, Booker sahipleri ya da yakında bu ödülleri alacak saygın isimler var. Her yeni kitapla okurlarını büyülüyorlar ve anlatımlarıyla bizi kendimizden geçiriyorlar.
Peki şimdi neredeler?
IV.
Öte yandan, Canetti’nin anonim yazarı gerçekten anonim mi, bundan pek emin değilim! Hoş, kurmaca yazan birinin bu tür oyunlara başvurmasında şaşıracak bir yan yok. Canetti pekâlâ kendi düşüncelerini bize 1930’larda yaşayan umutsuz bir edebiyatçının kaleminden aktarıyor da olabilir. Yaşar Kemal ise konuya direkt girmeyi tercih etmiştir.
Zamanında “bir vasiyet gibi” diye nitelenen sözlerindeki mesaj Canetti’de yazarın uğraşına yüklenilen anlamla da örtüşür:
Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.
Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir.
Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.
V.
Eduardo Galeano sözcüklerin belirleyiciliği üzerine çok şey yazmıştı. Onun denemeleri Batılı devletlerin sözcüklerin gücünü ve etkisini nasıl da büyük bir beceriyle kendi lehlerine kullandıklarının örnekleriyle doludur. Şimdi ben de televizyon ekranında bir şeyler anlatan muhabirin üstünde Gaza War ibaresini görünce Galeano’yu hatırlıyorum. Milyonlarca kişiye ulaşan bir yayının üstüne bu iki sözcüğü bir etiket gibi yapıştırdığınızda olan bitene siz sahip oluyorsunuz. Olaylara, yaşananlara bir isim vererek iktidar kuruyorsunuz. Durumartık hafızalara bir savaş olarak kazınıyor, insanlara öyle geçiyor. Sözcükler gerçekten belirliyor.
VI.
Sözün uçup da yazının kaldığı şeklindeki yaygın söz doğru olmasına doğru da, bazen bu kalan yazının ne işe yaradığı konusu kafamı kurcalıyor. Binyılların birikimi, kuşaktan kuşağa aktarılan yazılı metinler ve kültür kodları, insan zihninin evrimi, binlerce cilt tutan düşünce tarihi, yıkılan ve yeniden kurulan uygarlıklar. Tüm bunlar bir yana, cehenneme dönmüş bir hastane koridorunda kendisini muayene eden doktora dehşet içinde bakıp, ben şimdi sağ mıyım, hâlâ hayatta mıyım, diye soran çocuk bir yana.
Yazılanlar bir işe yaramıyorsa sahi neden yazıyoruz?
VII.
Birkaç yıl önce Eduardo Galeano’yu anlattığım denememe şöyle başlamıştım: İnsanlıktan umudumu kesmedim. Bunun için çok sebep var. Ama tersi için çok sebep de var!
Görüyoruz: İnsanlık sürekli tersi için uğraşıyor.
Ve evet, bunu söylemek kötü ama belki de hepimiz boşuna yazıyoruz.
Mesut Barış Övün