Parşömen’in 2019 yılından beri sürdürdüğü soruşturmalara verilen yanıtların önemli bir kaynak olacağına inanıyoruz. 2025’te hangi kitapları okuduk? İz bırakan olaylar nelerdi? Edebiyat kamuoyunda neler gündem oldu?
Bu yıl da okurlara, yazarlara, şairlere, çevirmenlere yönelttik sorularımızı.
İyi kitaplar okuyacağımız bir yıl olsun 2026.

2025 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiğiniz beş tanesini, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?
Öncelikle bu sorulara benim çok uzun süredir yurt dışında yaşadığım bilgisini belirterek başlamak istiyorum, tüm cevaplarım buna bağlı bir çerçeve kazanıyor. Türkiye’de e-kitap pek oturmadığından Türk edebiyatından yeni çıkanları özel olarak takip ettiğim yazarlar olmadığı sürece okuyamıyorum. Benim kitaplarım genelde yurtdışında çıkanlardan:
Bu sene Samanta Schweblin’in El buen mal adlı son öykü kitabını çok beğendim. Kelime işçiliğiyle, kurgusuyla, Arjantin öykücülük geleneği ile kurduğu diyalogla, ele aldığı meselelerle yine en sevdiklerim arasına girdi. Umarım yakında Türkçeye çevrilir. Schweblin, kitaplarını uzun süre demlendirip yazıyor, her sene yeni bir kitapla çıkmıyor karşımıza. Bunun etkisi hissediliyor.
Türkiye’de sonbaharda çıkması beklenen ama yetişmeyen bir kitap da Yiyun Li’nin Wednesday’s Child adlı öykü kitabı. Zannediyorum Türkiye’deki okur bunu İş Kültür Yayınları’ndan Nuray Önoğlu çevirisiyle okuyacak. Yiyun Li son yılların en iyi keşiflerinden biri benim için. Bu öykülerinde de derin sularda sakin sakin yüzmesine bayıldım. Gündelik hayatın içine sızan hakikati muazzam bir içgörüyle ve şiire dönmeyen melodik bir dille anlatıyor.
Arjantinli yazar Leila Guerriero’nun 2024 sonlarında çıkan La llamada adlı kitabını da çok beğendim. Diktatörlük zamanından çarpıcı bir hikaye. Guerriero hep gerçek bir olayı alır, sosyolojik bir perspektifle ama roman kurgusuna benzeyen bir anlatıyla yazar. Bu kitap bu işte ustalaştığı bir eser. Arjantin edebiyatında bunun geleneği epey eskiye dayanır zaten. Guerriero’nun da hikaye anlatma becerisi muazzam.
Bu sene çıkan ve en sevdiğim çevirilerimden biri de Meksikalı yazar Guadalupe Nettel’in Kıştan Sonra adlı romanı. Nettel’i çok uzun süredir takip ediyorum, Türkiye’de de yavaş yavaş tanınmaya başladı. Aslında kanonla alttan alta bir diyalog halinde ama kendini kanona beğendirme derdi olmadığı için henüz tam anlaşılmıyor. Enrique Vila-Matas onun için “Özgür bir yazar” diyor. Boşuna değil.

İrlanda Defteri – Son olarak bana üniversite yıllarımda edebiyatın her şeyden önce hayatla ilgili bir şey olduğunu öğreten (kendi niyeti o muydu bilmem) Meltem Gürle’nin yine büyük keyifle okuduğum son kitabı. Bir arkadaşınızla sohbet ediyormuşsunuz havası oluşuyor Gürle’nin kitaplarında, öyle bir doğallık var. Kişisel deneyimini yazıya yedirme becerisi muhteşem. Çünkü son yıllarda özkurmacanın rüştünü ıspatlamasıyla günlük yazar gibi yazılan, duyguların bağlama oturtulmadığı yazılar görüyorum. Halbuki özkurmaca bu değil.
Size göre 2025 yılının önemli, dikkat çeken, üzerinde konuşmaya değer edebiyat olayları, konuları nelerdi?
Ağustos ayının sonunda yayıncılık dünyasında yaşanan birtakım cinsel taciz vakaları konuşuldu. Edebiyatın ulvi bir şey olmadığını ve bizi kabahatten azade kılmadığını konuşabilmenin bir fırsatıydı bence. Çünkü Türkiye’de sanat hayatlarüstü bir mertebedeymiş gibi bir algı var. Halbuki sanatın özü hayattır zaten. Hayat olmasa hiçbir eser üretilemez ve ne eser ne de yazar kutsaldır. Birisinin “edebiyatımız uğruna” çok emek sarf etmesi birtakım kabahatlerini örtbas etmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Keşke bunun genel kabul gördüğü bir kültür-sanat ortamına kavuşabilse Türkiye.
Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar görüyorsunuz?
Dışarıdan takip ettiğim için benim söylediğim ne kadar geçerli bilmiyorum, o şerhi düşeyim ama “edebiyat ortamımız” diye bir şey var mı, bundan emin değilim. Türkiye’de genel anlamda büyük bir rasyonel tartışma sorunu var. Bu da sivil toplumumuzun olmamasından kaynaklı bence. Tartışmalarda bile ilişkiler çok dikey. Fikir ayrılığına yer yok. Cemaat algısı hep baki. Özgür/bağımsız düşünen, gerçekten bireyleşmiş okur göremiyorum. Estetik ve beğeni tartışması hangi kriterlere göre yapılıyor belli değil. Zeka değil ama formel mantık sorunu var. Bunlar belli bir yere kadar memlekette her çağın sorunuydu bu arada. Fakat entelektüel birikimi olan vatandaşların ülkeden sürülmesinin etkileri hissediliyor (ben bunlardan değilim, not düşeyim). Toplum totaliterleştikçe tartışmalar militerleşiyor, hatta demagojiye kayıyor, bir iktidar meselesi haline geliyor. Kültürümüzdeki militer yapıyı kırabilecek bir sivil ortamımız yok. Türkiye’de aklı başında insan kalmadı değil ama saklanıyorlar galiba. Ya da benim ulaşabileceğim mecralarda değiller diyeyim.
