Parşömen’in 7 yıldır sürdürdüğü soruşturmalara verilen yanıtların edebiyat tarihimiz açısından önemli bir kaynak olacağına inanıyoruz.
Bu yıl da okurlara, yazarlara, yayın emekçilerine ve akademisyenlere yönelttik sorularımızı.
İyi kitaplar okuyacağımız bir yıl olsun 2026.

2025 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiğiniz beş tanesini, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?
Genç Kız, 1983, Lin Ullmann’ın romanı. Ullmann farklı zamanlarda Paris, Oslo ve New York’ta geçen, bellek ve unutuş üzerine katmanların açıldığı yapıtında etkileyici bir arzu-iktidar denklemini ve özel olarak güçsüzlüğün görünümlerini anlatıyor.
Bir Vatan Nasıl Sevilir? Oxana Timofeeva’nın anı-anlatı kitabı. Coğrafyanın çocukluktan itibaren insan kişiliği sarmalayan, değişip dönüştüren yanlarına bakarken, bir yere ait olmak, delilik, kadınlık ve doğanın tüm parçalarıyla ilişkilerimiz gibi mefhumları otobiyografik bir ışık hüzmesinden okura gösteriyor.
Aras Yayıncılık’ın “İstanbullu Ermeni Kadın Yazarlar” başlıklı yeni edebiyat serisinin ilk kitabı Mayda, yalnızca bir roman değil hem edebi hem de toplumsal bir başkaldırının simgesi. Sırpuhi Düsap’ın kaleme aldığı ve 1883’te İstanbul’da, Zartaryan Matbaası’nda yayımlanan Mayda, Batı Ermenicesi edebiyatında bir ilki gerçekleştiriyor. Düsap bu romanıyla yalnızca Batı Ermenicesinin ilk kadın romancısı olmakla kalmıyor, aynı zamanda kadın kimliğini ve kadına biçilen toplumsal rolleri edebiyat yoluyla sorgulayan öncü bir ses olarak karşımıza çıkıyor. İstanbullu Ermeni kadın edebiyatının zenginliğini günümüze taşımak, kadınların görülmeden gelinen varlığını, susturulan sesini ve unutturulan sözünü hatırlama ve hatırlatma amacı taşıyor.

Hapishane-i Umumi Kadınlar Koğuşu (1920-21) Vartuhi Kalantar’ın ve Ortadoğu’da bir kadının kaleminden çıkmış ilk anı-anlatı kitabı. Babası ve annesiyle birlikte Divan-ı Harp’te idamla yargılanan Kalantar, Acem Atiye, Arap Fatma, Muhacir Feride, Sinem ve Kürt Nuriye Hanım gibi karakterlerle hapishaneye has olayları ve olguları okura sunuyor. Aynı zamanda otobiyografik bir metin özelliği taşıyan Hapishane-i Umumi Kadınlar Koğuşu (1920-21) önemli bir anı-anlatı kitabı olarak bu yıl yayımlanan ve özenle okuyup, Feminist Teori ve Feminist Okumalar atölyelerimizde incelediğimiz bir metin oldu.
Georgi Gospodinov’un Bahçıvan ve Ölüm adlı romanı bu yıl okuduğum edebiyat metinleri arasında özel bir yer edindi. Yazarın Türkiye’ye gelmesi ve etkinlikler kapsamında hem romanın ve hem yazarın tanınmasına vesile oldu. Epey bilinen metnin benim açımdan atölye çalışmalarımıza ve özellikle erkeklik/babalık gibi temalara edebi bir yakınlaşma imkânı sunmasıyla önemliydi.
Altıncı kitap üzerine yazma cesareti gösterip; “Beş kitapla sınırlı kalınız” diyen Parşömen 2025 Edebiyat Soruşturması beni affedecektir diye umuyorum. Şimdiden kusuruma bakmayın. Nuray Önoğlu’nun çevirisiyle, ben bu yanıtları yazarken yayımlanan Margaret Atwood’un şiir kitabı Kalpten’den söz edeceğim. Atwood doğanın tüm parçalarıyla insanın ama özellikle kadının varlığını; Antroposen Çağı çalışmaları açısından ve feminist edebiyat eleştirisine yakından bakanların temalarını da içerecek biçimde okura sunuyor. Bu tariflerin dışında Atwood’un ayrıksı edebi üslubu herkesi şiire çağırabilecek niteliklerle karşımıza çıkıyor.
Size göre 2025 yılının önemli, dikkat çeken, üzerinde konuşmaya değer edebiyat olayları, konuları nelerdi?
28-29 Kasım 2025 tarihlerinde düzenlenen “4. Uluslararası Melayê Cizîrî Sempozyumu” bu yıl da yurtiçi ve yurtdışından 111 akademisyenin katılımıyla Şırnak’ın Cizre ilçesinde “Melayê Cizîrî’nin Ahlak Anlayışı Ahlaktan Etiğe Yaşam Felsefesi” başlıklarıyla gerçekleşti. Etkinlikte Kürt Edebiyatının “Gönül Sultanı Melayê Cizîrî” özellikle şiirlerindeki üslubu, Farsça ve Arapçadan geçişle kullandığı kavramlarla ele alındı.
Bursa Uluslararası Edebiyat Festivali bu yıl odağına “cesaret” kavramını koyarak dünya edebiyatından yaşayan yazarlarla beş etkinlik düzenledi. Çocuk edebiyatının samimi seslerinden Enne Koens, Ben Vincent ve Korkmuyorum adlı kitabında çocukların yaşadığı zorbalık deneyimlerini incelikle işlerken, çocuklara arkadaşlığın gücüyle güç katıyor. Koens, hem çocuklara hem yetişkinlere, korkularla baş etmenin yollarını anlatırken; “hiçbir zaman yalnız değilsin” mesajını edebiyat aracılığıyla yeniden hatırlatıyor.
Bu soruşturmaya benden önce yanıt veren yazar/şair arkadaşlarımın yazılarında benim söz etmeyeceğim etkinlikler bulunuyor, tekrar etmek istemedim. Zaman buldukça soruşturmalara verilen yanıtlara bakmak hepimizin eksiklerini giderecek nitelikte, bu da ufak bir önerim olsun.
Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar görüyorsunuz?
Ekonomik kriz ve politik gerilimler üzerine, her yıl bu soruşturmaya yanıt verirken farklı değinilerde bulunmuştum. Değişen çok şey var. Hayatta kalmak ve edebiyat arasındaki ilişki giderek zorlaşıyor, ağırlaşıyor. Okumak ve süreğen bir okurluk sevdası her zaman sınıfsaldı, artık yiyeceğe, suya, ısınmaya, sağlığa, barınmaya, eğitime ulaşmadaki zorluklar kadar görünür hale geldi. Bu durum sadece bizim coğrafyaya has değil.
Bu projeksiyondan bakınca pandemi döneminde hepimizin dünyada nefes alabildiği daha eşitlikçi çevrimiçi çalışmaların –aynı zamanda muhalif kurum ve örgütlenmelerden kaçmak gibi de okunabilir– edebiyatı olumlu etkilediğini düşünüyorum. Bu bağlamda beş yıl önce yaşadığımız farkındalıklar, bugün az sayıdaki nitelikli okuma atölyeleri sayesinde sonuçları üzerine konuşabileceğimiz edebiyat tartışmalarına vesile oluyor.
Kapitalizmin ve onun devlet aygıtlarının az okuyan/çok konuşan, az okuyan/çok yazan bir kitleyi, kümülatif stratejiler bütünüyle yönlendirdiğini düşünüyorum. 2020 Pandemi dönemi öncesindeki zaman/mekân algımızın büyük kırılışından, kapitalizmin popülist tüm ağları büyük kârlar kazandı. Burada söz konusu olan “kâr” yalnızca meta-para ilişkisindeki “kâr” değil. Okurun, yazar ve şairin –edebiyatçılar lafını hiçbir zaman sevmedim, müzikçiler, bedenciler de öyle– popülizmin içinden düşünüş biçimlerinin çeşitlenmesi ve bu yordamın görünürlüğünün edebiyat üretimini parça pinçik ederek yola devam etmesinden söz ediyorum. Sanki yazılan ve tartışılan her şey çok kısa bir süre parlayıp sönmek üzere üretiliyor. Bu durum da bizi edebiyat eleştirisinin varlığına/yokluğuna fırlatıveriyor. Dünyadaki varlığımız anlık geçişlerin belirleyiciliğine dönüşmüşken edebiyatın buna mahzar olmaması imkânsız. Okur olarak varlığımızı sorgulamak belki varlığından müthiş memnun olan yazar/şair topluluklarını, hizip ve kabilelerini de etkileyecektir. Ben bir süre daha bu konuda umutsuz kalacağım.
Umutsuz kalmak, üretilen nitelikli yazıları ve metinleri görmemek anlamına gelmiyor. Tam tersi sadece ve sadece bu türden üretimleri seçebilecek, kategorize edebilecek insanlarla bir araya gelmek, örgütlenmek, düşünmek ve üretebilmek manasını taşıyor. Bireysel düşünme ve üretme ancak bu tür kolektif yapılardan bize doğru akabiliyor.
Düşünmek ve yazmak bu nedenle umutsuz bir şey benim için.
Yeni yılda kadınlar, çocuklar, queerler, göçmenler, hayvanlar, bitkiler ve sakatlarla yan yana, sağlamcılığın uzağında yoksulluğumuzun tadını çıkarabiliriz umarım. Hepimize kültürel, sanatsal, ideolojik ve politik zenginliğimizin arttığı, ırkçı, türcü ve üsttenci olmadığımız barışçıl zamanlar diliyorum. Ölene kadar içimde uhde kalacak bir kısa notu da yazayım, belki sahibi çıkar. Bu soruşturmalara verdiğim yanıtları Kürtçe, Ermenice, Arapça, Farsça ve Çekçe yazabilmek isterdim, Türkçemle idare edeceksiniz ne yazık ki…
Vesilesiyle herkese ses olmaya çalışan Parşömen ekibine –bir ekip gibi çalışan Onur Çalı’ya– teşekkürlerimle.
