Parşömen’in 2019 yılından beri sürdürdüğü soruşturmalara verilen yanıtların önemli bir kaynak olacağına inanıyoruz. 2025’te hangi kitapları okuduk? İz bırakan olaylar nelerdi? Edebiyat kamuoyunda neler gündem oldu?
Bu yıl da okurlara, yazarlara, şairlere, çevirmenlere yönelttik sorularımızı.
İyi kitaplar okuyacağımız bir yıl olsun 2026.

2025 yılında yayımlanan kitaplardan beğendiğiniz beş tanesini, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?
Klasikleşmiş öyküleri çağdaş yazarların çözümlemeleriyle okurlara sunan, başvuru kitabı olarak da nitelendirilebilecek Öykü Atlası’nı 2025’in dikkate değer yapıtlarından biri olarak görüyorum. Feyza Hepçilingirler, Hülya Soyşekerci, Mehmet Atilla, Barış İnce çözümlemeleriyle bir öykünün nasıl okunması gerektiği konusunda okurlara rehberlik ediyor. Öykü yazmak isteyen ya da öyküye gönül düşürenler için de Guy de Maupassant’tan Mehmet Şevket Esendal’a uzanan bir çizgide sunduğu öykülerle “iyi öykü”yü örnekliyor.
Gülderen Bölük’ün Cicim adıyla yayımlanan, Naciye Hanım ve Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi’nin hikâyesini kaleme aldığı yapıtını da anmak isterim. “Bir Osmanlı kadını, yıkılmakta olan bir imparatorluğun başkentinde bir fotoğrafhane açar. Bunu ancak kendisine biçilen kalıplara sığmayan, toplumsal tabulara aldırmayan, yapılması gereken karşısında sorumluluk alabilen savaşçı bir ruh başarabilirdi. Naciye Hanım da işte böyle bir karakterdi.” (s.15) Kitabın girişinde yer alan bu cümleler, kitabı neden önemsediğimi açıklıyor. Kitapta fotoğrafhaneden kalan fotoğraflara da yer veriliyor. Hepsinin bana anlattığı farklı farklı hikayelerle kendimi fotoğraf karelerinde kalan o insanların arasında buldum. Naciye Hanım’ın benim ve sanırım çoğumuz için de Ankara’nın simgesi olan Hitit Güneş Kursu heykelini yapan Heykeltraş Nusret Suman’ın annesi olduğunu da belirtmeden geçmeyeyim.
Laurent Seksik’in kaleme aldığı Franz Kafka Ölmek İstemiyor adlı biyorafi-romanı, Kafka’nın son yıllarına günlüklerinin ve mektuplaşmalarının izini sürerek arkadaşı tıp öğrencisi Robert’ın, kız arkadaşı Dora’nın, kız kardeşi Ottla’nın aracılığıyla okurunu tanık ediyor. Kafka’nın ölümünden sonra arkadaşının, kız arkadaşının ve kız kardeşinin öykülerini sürdürerek o döneme de bir kapı aralıyor. Bildiğimiz Kafka’yı, bilmediğim(iz) yönleriyle tanıma olanağı bulmanın okur için önemli olduğunu düşünüyorum.
Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin “Zaman Tünelinde Bursa” üst başlığıyla ve 15.000 adet baskıyla çocuklarla buluşturduğu Zindankapı’nın Gizemi, beni çocuk edebiyatı adına sevindiren yapıtlardan biri oldu. Yadigar Soydan’ın temiz bir Türkçeyle, özgün bir kurguyla kaleme aldığı, Merve Babaer’in okurunda estetik bir tat bırakan resimleriyle eşlik ettiği kitap, çocukları “geçmişle bugün arasında heyecan dolu bir serüvene” çağırıyor. Emeği geçen herkesi kutluyorum.

“Daha Güzel Bir Dünya İçin” üst başlığıyla okurlarla buluşan Kayıp Güneşin Çocukları (Şebnem Balevi), geleceğe ilişkin olumsuz öngörüleri bir yana bırakıp “Biz inanacağız, umudumuzu yitirmeyeceğiz, mücadele edeceğiz,” diyerek çocuklara güç veriyor. Mir dede ve torunu Devin, büyük bir çevre felaketine uğrayarak kıtlık ve susuzlukla karşı karşıya kalınan bir dünyadan sesleniyor çocuklara. Yaşlıların ayrımcılığa uğradığı dünyamızda kurgunun dede-torun üzerine kurulmasını da önemsiyorum.
Size göre 2025 yılının önemli, dikkat çeken, üzerinde konuşmaya değer edebiyat olayları, konuları nelerdi?
Pınar Kür ve Selim İleri’yle üniversite yıllarımda tanışmıştım. Dostlukların Son Günü Selim İleri’nin okuduğum ilk kitabıydı. Belleğimde hep kaldı. Pınar Kür’ü önce romanlarıyla tanıdık ama bugün özellikle öykülerinin edebiyatımız içinde çok ayrıcalıklı, güçlü bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Edebiyata ömür veren yazarlardı. Bu, çok değerlidir. Aramızdan ayrıldılar ama bizler onları, dilerim yapıtlarını okuyarak yaşatırız.
Bir yazara verilebilecek en güzel ödülün “emek” ödülü olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bir kitap dergisi tarafından 46 yıldır yazan, 67 kitaba imza atan Feyza Hepçilingirler’in “2024 Yılının Ömür Boyu Emek Ödülü”ne layık görülmesini sevinçle karşıladım.
Kadın edebiyatçıların kadınlara yönelik cinsel şiddet, taciz ve ayrımcılığa yönelik ifşaları, “Yeter!” diyen seslerinin duymazdan gelindiğini, unutturulmaya çalışıldığını göstermesi açısından önemlidir. Bu konuda açığa çıkmayan, hiç çık(a)mayacak olan daha pek çok olay var. Bu ifşaların bundan sonrası için “Dur!”u hayata geçirmesini diliyorum.
Bir yayınevinin kurucusuna yönelik ortaya atılan dolandırıcılık iddiaları, basına yansıyan “Umutlu yazar adayları, yapay zekâ ile kurulmuş sahte yayınevlerinin yeni hedefi oldu.” haberiyle yazarları, yazar adaylarını hedef alması yönüyle birleşiyordu. Bu, yayıncılık dünyasında yaşanan ilk dolandırıcılık değildir ama yapay zekâ kullanımı sayesinde sahte ekipler, referanslar ve kurumsal yüzler oluşturmak kolaylaşınca karşımıza bir de “dolandırıcı yapay zekâ” çıkmış oldu.
Türkçe Öğretmeni Ayşegül Pala’nın geliştirdiği bir eğitim projesi olarak ortaya çıkan, İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve Bartın Üniversitesinin işbirliğiyle gerçekleştirilen Bartın Çocuk Edebiyatı Festivali, içimi umutla doldurdu. Öğretmen eğitimleriyle “Nitelikli çocuk kitabı nasıl seçilir?”, “Kitaplarla yaratıcı etkinlikler nasıl uygulanır?” sorularına yanıtlar aranıp öğretmenler tarafından bu doğrultuda etkinlikler yapılırken ortaya çıkan somut ürünler de sergilendi. Yanı sıra il içinden ve dışından festivale davet edilen çocuk kitapları yazarları anaokulu, ilkokul ve ortaokul öğrencileriyle buluşarak yaratıcı edebiyat etkinlikleri gerçekleştirdiler. Böylece bir yandan öğretmenlerin mesleki gelişimleri desteklenirken çocukların da eşit ve nitelikli kültür sanat etkinliklerine erişmelerine olanak tanınmış oldu. Festivalin ülkemizin farklı köşeleri için örnek oluşturacağı düşüncesi beni heyecanlandırdı.
Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar görüyorsunuz?
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna adlı kitabının İngiltere’de otuz bin gibi bir satış rakamı yakaladığı haberleri basında yer bulunca sevindim ama bizim yazarlarımız yurt dışında ne kadar tanınıyor diye sormadan da edemedim. Yurtdışında kitapçı vitrinlerine baktığımızda kaç yazarımızın adıyla karşılaşıyoruz? Bizde çeviri edebiyat bu kadar zenginken aynı ölçüde bizim yazarlarımızın da yurtdışında aranıyor olmasını dilerdim. Ayfer Tunç’un Fransızcaya çevrilen Aziz Bey Hadisesi adlı kitabıyla La Passagère des Neiges ile 2025 Fransa-Türkiye Fernand Rouillon Edebiyat Ödülü’nü kazanmasını, bu yolda atılmış arkası gelecek bir adım olarak görüyorum.
“Edebiyat yapıtları üzerinde ne kadar duruyor, onları tartışıyor, eleştiriyoruz?” diye sorunca önemli bir sorun görüyoruz karşımızda. Nitelikli, donanımlı eleştirmenler; yazdıklarının yalnızca övülmesi, tanıtılması derdinde olmayan yazarlar arıyor gözlerimiz. Bir kitabın başarı ölçütü, gerçek edebiyatseverler bilir ki ticari başarısı değildir. Ticari başarıların nasıl yaratıldığı az çok bilinir. Yazınsal eleştiri gücünü kaybedince nitelikli yapıtlar gölgede kalabiliyor. Kimi kitaplar, hak etmedikleri bir ilgiyle öne geçerken hak edenlerden söz edilmiyor bile. Hak edip etmemek de tartışılabilir kuşkusuz. Tartışalım zaten. Yeter ki tartışalım.
“Edebiyat dünyası” diye bütünü kapsayan bir dünya yerine, yazarların / okurların kendi çevrelerinden oluşan bir edebiyat dünyası içine sıkışmaları / sıkışmak zorunda kalmaları rahatsız edici. Ankara’daki edebiyat etkinliklerini izlemeye çalışıyorum. Sevimli, hoş bir kafeteryada söyleşine katıldığım yazar arkadaşın “Kendimi evimin salonunda konuklarımı ağırlıyormuşum gibi hissettim.” biçiminde dile getirdiği duyguları da baştaki belirlememi doğrular niteliktedir. O, moderatörle birlikte ikili bir koltukta oturuyordu, biz yirmi kadar konuk da koltuğun karşısında yarım ay biçiminde oturuyorduk. Samimi bir ortamda, keyifli bir söyleşi oldu. Sözüm yok. Ama edebiyatın artık küçük salonlara sıkıştığını da görmek durumundayız. Bu, bir kayıp mı? Şu yönüyle ele alırsak düşündürücü: Eşiniz dostunuz, çevreniz varsa yazar olarak oralarda kendinize yer buluyorsunuz. Sizleri dinlemeye gelenler de zaten onlar oluyor. Gelinen nokta, edebiyata gönül verenleri oralara sıkıştırıyorsa bir şeyler yanlış gidiyor demektir.
Çocuk edebiyatı açısından baktığımızda ise Milli Eğitim’in okulların kapısını pek çok yazara kapattığı bir ortamda (Çocuğu nitelikli ürünlerle buluşturma kaygısıyla bu yapılsaydı memnun olurdum.) yayınevlerinin başarılı (!) pazarlama taktikleriyle o duvarları aştıklarını görüyoruz. Gerçekten çocuğa, çocuğun diliyle seslenen, çocuk gerçekliğine uygun yapıtlar mı ulaştırılıyor yoksa aslolan ticaret midir, yanıtı rahatsız edici bir soru olarak duruyor karşımızda. Çocuklarla iyi kitaplar buluştuğunda elbette bize olsa olsa sevinmek düşer. Okuldan okula koşan bir yayınevi sahibine bastığı kitapların noktalama ve yazım yanlışlarıyla, anlatım bozukluklarıyla dolu olduğunu söylediğimde pişkin pişkin gülüp “Çocuklar onları hemen buluyor,” demesi, bundan hiç gocunmaması durumun vehametini ortaya koyuyor sanırım. Çocuklara ticari dolandırıcılık yollarını öğreten bir kitap, baskı üstüne baskı yapabiliyor.
Parşömen’in soruşturmasına dahil olmaktan mutluluk duydum. Düşüncelerimi dile getirmeme olanak tanıdığı için Parşömen’e emeği geçenlere teşekkür ediyorum. 2026’da da özlemimiz barıştan, özgürlükten, adaletten yana olacak. 2026’nın edebiyatın / sanatın hayatlarımızda daha çok yer alacağı bir yıl olmasını dilerim.
