15.Ağustos.16 

Kutsal Kitap’taki vaiz bakın ne diyor:

“Söz çoğaldıkça anlam azalır,
Bunun kime yararı olur?” (Vaiz Kitabı, 6:11)

* * *

Kara Üçleme’yi okuyorum. Herhalde o yüzden şöyle diyaloglar görüyorum rüyayla uyku arasında:

“Böyle zamanlarda halk, aydınların donunu görmek ister. Korkudan altlarına yapmışlar mı diye kontrol etmek için.”

“Ama bir açarlar ki ampül gibi parlayan semirmiş beyaz kıçlardan başka bir şey göremezler.”

* * *

Kara Üçleme’nin ikincisi Güneş Bize Haram romanı iç burkuyor:

“Söylüyorum sana, sefil düştüğün zaman, hiçbir şeye hakkın yoktur. Onların dediği gibi belini doğrultmaya da hakkın yoktur, güneş de uyku da sana haramdır. Bak güneş mesela, herkes için parıldar, değil mi? Neyse, öyle söylenir. Doğru değildir bu. Dışarıda yattığın zaman, karnın boşken, veya sağda solda sürünmüşken, güneş ötekiler için parıldadığı gibi parıldamaz; karnı tok ve iyi uyumuş ötekiler için parıldadığı gibi… Onunla senin arana perde gibi bir şey girer. Her şey bize haramdır. Güneş bile..” (Leo Malet, Kara Üçleme, s. 167-68)

18.Ağustos.16 

Abdal azdan çok anlar, aptal çoktan hiçbir şey anlamaz.

* * *

William Saroyan’ın 2 Ağustos 1967 tarihli güncesinden:

“Dolar Ayrıntısı.

American Express’te iki yüz dolar, 971 frank etti. Dolar durmadan değer kaybediyor ama Amerika her geçen gün daha çok milyoner üretiyor.

Ama düşündüğüm hiç de böyle bir şey değil aslında.

Bir fikrin en kısa şekilde ifade edilmesi beni ilgilendiren. Bir sürü cümle ve paragraf yerine…” (Paris-Fresno Güncesi 1967-68, Aras Yayınları, s. 17. Çeviren: Beril Eyüboğlu)

19.Ağustos.16 

Gıdım ahlakımız yok, yozuz, ilkesiziz, kötüyüz, çifte standartlıyız, önyargılıyız, peşin hükümlüyüz, cahiliz, vicdansızız. İşte o yüzden Aslı Erdoğan gözaltında, Hande Kader’in başına gelenler bu yüzden, her gün insanların ölmesi de bu yüzden. Aklımızın başımıza gelmesi için daha da göreceğiz dibi, kana ve utanca batacağız daha da.

20.Ağustos.16 

John Berger yazmış, Selçuk Demirel çizmiş, Cevat Çapan çevirmiş, bize de okumak düşmüş: Duman

Tütün hakkında küçük bir masal veya hikaye…

“Kül tablaları bir çeşit konukseverlik araçlarıydı.” diyor Berger. Hakikaten de öyleydi. Misafirliğe gittiğinizde ev sahibi, kendisi içsin içmesin, kül tablası ve vitrinde misafir için saklanan özel sigaradan koyardı önünüze. Eski güzel günler… Eski günler her zaman daha güzeldir, ah minel hafıza!

Bazı insanlar, dünyadaki kötülükler karşısında, keşke, sigara karşısında oldukları kadar amanvermez olsalar. Kitabı bitirdikten sonra aklıma Neşet Ertaş geldi. RTE’ye sigara konusunda söyledikleri. Bir de Enis Batur’un bir yazısı, ve o yazının son cümlesi: “Sigara yasağı bakın sonunda nereye varacak: Özel timler oluşturup evleri basacak bu adamlar – siz daha abarttığımı düşünedurun!”

23.Ağustos.16

Dağa Kaçtım adında bir gezi bloğu var. Orada Kozak Yaylasıyla ilgili bir yazıyı okurken denk geldim Mustafa Yılmaz’a. Sonra biraz internet araştırması yapınca öğrendiklerim ve sizinle paylaşmak istediklerimdir: Mustafa amca Bergama’nın Çamavlu köyünde yaşıyormuş. Çobanlık ve duvarcılıkla geçimini sağlıyormuş. Sonra, 1990 yılında bir rüya görmüş, rüyasında kendisine bir emir verilmiş: “Taş kazı.” Rüyasındaki emri, heykel yapması gerektiğine yormuş ve başlamış taşları yontmaya. Yolum Kuzey Ege Krallığına ilk düştüğünde ziyaret edip yoklayacağım Mustafa amcayı.

24.Ağustos.16

Masal masal matitas… 

Sonra demiş ki Kırmızı Başlıklı Kız, “Kurabiyeleri her seferinde neden ben götürüyorum anne? Neden abim götürmüyor hiç?” Annesi, çokbilmiş kızına gülümseyerek bakmış. “Haklısın kızım,” demiş. “Hem kurabiyeleri yap hem getir götür işlerine bak, abin olacak kerata da yan gelip yatsın!”

* * *

Ayağına diken batan karga, sana diyeceklerim var, hem de haiku formunda:

aşk değil mi ki

gülün dikenlerini

yese o karga 

25.Ağustos.16 

Satırlarını okumakta olduğunuz garip arkadaşınız, bendeniz, bugün itibariyle İsa abimizin öldüğü yaşa girmiş bulunmaktayım.

Vaiz şöyle diyor:

Çoktan ölmüş ölüleri,

Hâlâ sağ olan yaşayanlardan daha mutlu gördüm.

Ama henüz doğmamış,

Güneşin altında yapılan kötülükleri görmemiş olan

İkisinden de mutludur. (Vaiz Kitabı, 4:2-3)

Vaize bakarsak, bazı şeyler için birazcık (33 yıl kadar) geç kalmış durumdayım. Latifesi bir yana, dünyada olmaya karşı bir ilaç yok. Tedavisi yok. Yaşayıp gideceğiz işte. Hemen her gün 10 yaşında bebelerin ölüm haberlerinin geldiği bir coğrafyada çok bile yaşamışız zaten.

Dünyada olmanın, doğmuş olmanın tedavisi yok dedik ya, yok hakikaten. Ama ağrı kesicilerimiz yok değil. Mesela şiir. Edip Cansever’den bana gelsin, doğum günü hediyesi olarak:

Şiirler yazdım, kitaplar okudum
Elimde bir bardak aldım, onu yeniden oydum
Derinlerde kaldım böyle bir zaman
Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.

* * *

Bir gün olur da fotoğraf zanaatına bulaşırsam diye kendime bir hedef koydum. Özellikle garlarda, otobüs terminallerinde, duraklarda ve bekleme salonlarındaki sigara içen insanların fotoğrafını çekeceğim. Sadece onları. Bugün AŞTİ’de gördüğüm sigara içen bir abi uyandırdı bu hevesi içimde.

* * *

Modern insanın trajedilerinden biri: Doğum gününüzü insanlardan çok şirketler, kurum ve kuruluşlar kutluyor. 

26.Ağustos.16 

Murathan Mungan’ın Stüdyo Kayıtları kitabında yer alan bir yazısını okudum: Yakın dostum uzak akrabam Ang Lee. Murathan Mungan, bu yazıda Ang Lee’nin birbirinden çok farklı işlere imza atmasını şöyle anlatıyor: Yetkin bir sinema diliyle hikâye anlatmadaki başarısı; her filminde konuya, malzemeye uygun şiirsel bir görsellik gözetmesi; atmosfer kurmada, mizansen yaratmada; karakter, ilişki, dönem betimlemede ve oyuncu yönetmedeki ustalığı bir yana, çektiği filmler kâğıt üstünde alt alta sıralandığında bunlar ilk bakışta aynı yönetmenin işleri olduğu izlenimini uyandırmaz insanda. İster istemez akla, “Birbirinden farklı türlerde, farklı coğrafyalarda geçen, farklı dönemleri konu alan, neredeyse birbirine benzemeyen bu filmleri, farklı adlar altında çekmiş olsaydı, bunların aynı yönetmenin işi olduğunu söyleyebilecek kaç kişi çıkardı karşımıza acaba?” sorusunu düşürür. (Stüdyo Kayıtları, s. 111)

78837-o-ang-lee-facebook

Bununla birlikte, “ilk bakışta aynı yönetmenin işleri olduğu izlenimini” uyandırmayan bu filmlerde Ang Lee’nin kendine özgü yaratıcılığından ortak izler taşıdığını da teslim ediyor Mungan: Öte yandan ne kadar farklı coğrafyalarda geçiyor, farklı dönemleri konu ediyor olsa da, bütün bu birbirine benzemez görünen filmlerin tümünde, onları bir Ang Lee filmi kılan kişisel dünyasının temel özelliklerine rastlanır; ele aldığı malzemenin çekirdeğinde birinden diğerine iz süren ortak temalar, motifler aynen yinelenir. Karakterler ve durumlar arasında simetrik sayılabilecek koşutluklar, seçilmiş benzerlik ve karşıtlık parametreleri görülür. (Stüdyo Kayıtları, s. 113)

Yazıyı okuduktan sonra Ang Lee’nin filmlerinin büyük kısmını izledim; bazılarını ikinci kez izlemiş oldum, kalanları da muhakkak izleyeceğim. Gerçekten de birbirinden epey farklı ve güzel filmler; izlenmeyi, üzerinde konuşulmayı hak ediyorlar. Özellikle Düğün Yemeği’ni ve Kadın Erkek Yiyip İçelim’i naçizane tavsiye edebilirim.

* * *

musica 

Sevgili dostum Umut Yasa, Melih Bey’in Telgrafhane’sini bestelemiş. Dinlediniz mi? Buradan yakınız.

Onur Çalı