“Robot Resimler Albümü”nde aklın duygusu ya da duygunun aklı diyebileceğimiz, hayatın gerçeğine bağlı duygusal bir birleşim var.

“ismi ters ünlemle başlayan çocuk
senin karakterin grimserlik”

Böyle diyor İsmail Afacan Grimser şiirinde. Tamam, şairin yola kendinden çıkması, yolda kendine uğraması ya da kendini bulması olağan ama ne demek istiyor “grimserlik”le? Dahası şairin buluşuna yüklediği anlamlar okura nasıl geçiyor? Bir kere köhne bir aydınlıktan sesleniyor söyleyici. Bir zamanlar yüreği bağlık bahçelikse de zamanı tutamamış, şimdilerde biraz çağ dışı kalmış. Defterinde hâlâ sevda iskeletleri bulunması bundan değil mi? Zamaneye uyum sağlayamayan herkes gibi bir yanıyla hâlâ duygularının yörüngesinde sürüklenen bir romantik olsa da çağın dayattığı katı gerçeklerden de mustarip. Nitekim sevgisizlik çağında, duyguların sökmediği gri bakışlı kentlerde bir başına söyleyicimiz. Üstelik bu sevgisizlik öyle büyüyor, öyle büyüyor ki en kritik anlarda dahi susuveriyor herkesle. İnsanların susmayı çaresizlikleriyle harmanladıklarını görüyor. Öyle yoğun, içlere değin işlemiş ki suskunlukları bir yazgıya dönüşmüş âdeta. Neyse ki farkında her şeyin. Küçücük bir kıpırtıyla, hatta bir merhabayla bir çil yumağı gibi çözüleceğini, ağızdan ağıza çoğalacağını biliyor bu devasa yığının ama…

Gri bakışlı kentin evleri kara, odaları hepten kara, hatta karanlık. Böyle bir zamanın kentlileri de hâliyle alacalı bulacalı, hatta boz bulanık… Bunca karanlığa maruz kalan kararmış insanların ufunetli yüreklerinde gezdirdikleri sevgililer de hâliyle “kirmavi” olmuyor mu? Nasıl olmasın? Hiçbir şey arınık, saf, duru, temiz kalamıyor. Sevgiler dâhil. Her şey gibi sevgiler de kirli, pis, katkılı, karışık. Dahası baharın yağmuruyla arınmak yerine külüyle yıkanıyorlar. Yayıldıkça yayılıyor çamur, kir, pas. Hâl böyle olunca hangi kirden, hangi günahtan arınabilir ki kentliler? Devasa lekeleriyle, sustuklarıyla, utançlarıyla yeniliyorlar. Ne var ki yenilseler bile fener alayları bitmiyor ve savaşmayan savaşçılar hep kutsanıyor. Ötedeyse şair gibiler; buhranla, öfkeyle, yapayalnız kışı bekliyor… Kışı, bitmeyi, sonu, yazgısını seyrede seyrede ölmeyi…

BİR PROTOTİP MEKÂN

Kayalar Yurdu ki bir küçük ülkedir ve orada kaybeden, her yerde kaybetmez mi? Eder etmesine ama kahramanlık hikâyeleri yine düzülür yeniklere, bir gelecekleri kalmasa bile. O karanlık odalarda ellenmiş, denenmiş, yıpranmış birer teşhir ürününden ibaretken her şey ve hayalden bile tasarruf edilirken, yaşanmakta olan ölümün taşeronu değil midir? Öyledir. Nitekim dönülmez bir karanlığa doğru sürüklenen zamanda, söyleyicinin çıkınında sakladığı şu umut parçacıkları olmasa o da çoktan siyaha kesmez miydi? Bundandır zaten, kıyım ile kıyam arasında kalması, öfke ile sevgi karasında bocalaması.

İsmail Afacan (Fotoğraf: Kadir İncesu)

Ne var ki günbegün gerilerken aydınlık, daha da artar siyahlık. Azalır ışıklar, kararır gri bakışlı kent. Köhne aydınlık zayıflarken hep uzaklara bakar söyleyici. Bir söz ararsa da dudağını, diyemez bir türlü, neticede zaman da kurutur dilini. Şair duyarlığı, aydın sorumluluğu ile atılır söyleyici, ne pahasına olursa olsun diyerek. Fakat yakasından dökülen sözcüklerle gömülmesi de bir olur. Olsun deriz arkasından, gördük onu, denedi hiç değilse. Varsın gömülsün! İbret alırız gücümüz yettiğince. Hem beyaza gömülmeyecek midir?

Nitekim ondan sonra eskisi gibi akmaz akarsular. Ondan sonra yolunu şaşırır sular. Hatta onun yolunda pekâlâ kırılabilir testi, pekâlâ delinebilir dağ. Nitekim hepten durduramasa da ısrarla yavaşlatır söyleyici. Yönünü şaşırır akarsu. Akıyorsa bile büklüm büklüm, kıvrım kıvrım dönerek akar. Bunlar izidir söyleyicinin. Bu hâllerini hataya yoranlar, yadırgayanlar olursa da umursamaz hiçbirini. Varsın yavaş aksın, gerekirse menderesler çizsin ama beyazı korumak için kendince çabalamayı sürdürür. Üslubudur; doğalı, özgünü, farklıyı, yabanı kollamak.

YÜKLEMİN SOLUNDA

Otuzlu yaşlar bozkırdır söyleyici için. Belirginleşmiş göz altları, kazayaklarıdır. Yine de çıkınındaki umutla hâlâ ortada, hâlâ meydanlardadır. Ne var ki ağaçsız, kurak, hatta çoraktır otuzlar. Yetişen bin bir zahmetle yetişir, kolayına serpilmez. Yine de ısrarlıdır, “yüklemin / solunda” kalma hususunda. Yüklem ki yapılan işin sonunda var etmiştir kendini. Üstelik soldakinin yüklemidir ve özgürlükten, emekten yana işlerle var etmiştir özünü. Dahası yüklemin solunda olmak, aynı zamanda “vurgulanan öge” olmak değil midir? Öyledir. Her ne kadar kirli suyun akışını durdurmaya gücü yetmese de mülksüzlerin tarafındadır. Karınca hızıyla bile olsa kışın gelişini yavaşlatmaya gayretlenenlerin tarafındadır. Geleceğinin kül olacağını bilse bile durmaz, gerekirse Kerem olur, çabalar, oysa mazisi közdür…

“Grimser” bölümü, gediğini arayan taş misali “Şu olaydan bahsediyor” diyemeden nice yaşanmışlığı hissettirir. “Günesmer” bölümüyse acıları, yaraları, hatta kanlarıyla daha belirgindir. Üzerimize Ankara Katliamının kasveti çöker. Yangın, duman, zehir, kül yüzümüze vurur. Olsun der söyleyici, “Kırıldıysa kalem, yaşasın silgi” der. Yazmanın çaresizliğinde silmenin, yeniden başlamanın gücüne bir işarettir bu.

“Gitmenin âsi nehriyiz
Kaç köprü geçti üzerimizden
Kaç taşı okşadık köpürürken”

Sudur artık Grimser, akar gider ama köprünün gölgesi, taşın sırtı hafızasında kalır, Günesmer olur. Hüznünü yaşama sevincinde büyütür.

AKLIN DUYGUSU YA DA DUYGUNUN AKLI

Şiirlerde karşımıza çıkan yarı karanlık iklim, kötümserlik olarak yorumlanabileceği kadar gerçekçilik olarak da yorumlanabilir. Öyle ki yaşadığımız çağa, gri bakışlı kentlere denk düşen bu kasvet havası, hepten söyleyicinin uydurduğu bir hayal iklimi değildir. Gerçeklere yaslanan, duygularla bağlanan bir bütündür. Dolayısıyla Robot Resimler Albümü’nde aklın duygusu ya da duygunun aklı diyebileceğimiz, hayatın gerçeğine bağlı duygusal bir birleşim var.

Toplumcu şiirin katıksız umutluluğu yok İsmail Afacan’da. Fakat buradan hareketle şairin tam bir kötümser olduğunu, tamamen bireyci şiir yazdığını söylemiyorum. Aksine o, gerçekleri önemseyen, kendini ve dünyayı gerçekle tartan, ne tam umutlu ne tam umutsuz bir grimser. Kesinlikle safderun değil. Böyle olması, tersinden hayırlı bence. Öyle ki bir vakitlerin coşkun ikliminde boylanan, verilen mücadelelerle güçlenen, mesajı önceleyen, yine mesajı önceleyen, hep mesajı önceleyen toplumcu şiirin yaşadığımız çağda karşılık bulmasını pek mümkün görmüyorum.

Az sayıda ama yoğun şiirler okuyoruz Robot Resimler Albümü’nde. Titiz, ince, çalışılmış. Şairin duyarlıklı ve duru kalemi, ilgiyi hak ediyor.

Üzeyir Karahasanoğlu