bot

Bir göçmenlik türüdür mültecilik ancak zorunluluğa dayalı bir insan hareketliliği olduğu için farklıdır göçmenlikten; gönüllü olarak değil, zorunlu koşullar nedeniyle göç ederler farklı ülkelere, daha iyi yaşam koşullarına.

Mültecilerin hukuki durumuna dair temel hukuki belgelerden olan 1951 Cenevre Sözleşmesine göre, mültecinin tanımı şöyledir:

“ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişidir”

Mültecilerin yaşamış oldukları hayat ve karşılaştıkları zorluklar, geçmiş dönemlerden itibaren birçok şiire, öyküye, romana, tiyatro oyununa ve sinema filmine konu olmuştur.

Günümüzde “mülteci edebiyatı” olarak adlandırılan bu akım, edebiyatın sınırları içerisinde -tabii varsa böyle bir sınır- farklı ve dar anlamlarda anlaşılabilecek bir adlandırma olarak düşünülebilir ilk bakışta. Ancak Türkiye’de az sayıda olsa da, Batı’da ve Amerikan yayın dünyasında büyük yayınevlerinin sıklıkla mülteciliğe ilişkin kitaplar yayımlar hale gelmesi, mülteci edebiyatı kavramının, edebiyat terminolojisi içerisinde kendine yer edinmeye başladığını gösterir bize. Modern Arap edebiyatına bu olgu dahilinde baktığımızda bizzat mülteci konumundaki şair ve yazarların, bu konuyu kendi yaşadıklarıyla harmanlayarak ele aldıklarını görürüz.

Sarkoun Boulus
Serkûn Bûlis (Sargon Boulus)

Burada karşımıza çıkan isimlerden biri Iraklı şair Serkûn Bûlis (Sargon Boulus)’tir. 1944 yılında Bağdat’ın 800 km. batısında kalan el-Habâniyye ilçesinde, kökleri Asurlulara dayanan bir ailede dünyaya gelir. İlçenin neredeyse her sakini gibi babası da o bölgede bulunan Birleşik Krallık’a ait Kraliyet Hava Kuvvetleri Üssünde çalışır. Serkûn Bûlis, aileden gelen Asurca ve Arapçanın yanı sıra İngilizceyi ekler bildiği dillerin arasına. Ekmeği peşinde koşan aile 1956 yılında Kerkük’e göçer. Yerinden edilmenin ne demek olduğunu ilk burada anlar. Arapların, Türkmenlerin, Kürtlerin ve Ermenilerin oluşturduğu çoklu etnik bir yapının içinde yabancılaşır. 1967’de Beyrut’a, oradan da 1968’de Amerika’ya göç eder. Son yıllarını Amerika ile Almanya arasında mekik dokuyarak geçirir ve yakalandığı kanser sebebiyle 22 Ekim 2007’de Almanya’da vefat eder.

Serkûn Bûlis, bugün modern Arap edebiyatında serbest şiirin öncü isimleri arasında gösterilir. Bir göçmen/mülteci olarak yaşadığı acı dolu deneyimlerse şiirlerinde yankılanmaya devam eder:

Bir Mültecinin Anlattığıdır

Hikâyesini anlatmaya koyulmuş mülteci
hiçbir şey hissetmez sigarası parmaklarını yaktığında.
“Burada” olmanın dehşetine dalmıştır artık
tüm o “orada”lardan sonra,
istasyonlardan, limanlardan
teftiş memurlarından ve sahte evraklardan sonra.
Asılmıştır ayrıntılar silsilesinden,
daracık halkalar içinde lif misali örülmüş kaderi
darlığıdır göğsünde kabuslar birikmiş ülkelerin.
Etrafta kaçakçılar, göçmen mafyaları
ki bana soracak olursan
çok daha iyidir hepsi
“hiçbir yer”de olmayan çürük bir teknenin üstünde süzülen
aç martılardan.
Ki bana soracak olursan
göçmen bürolarındaki o ebedi bekleyişleri söylerim sana
ya da ne kadar gülümsemiş olsan da gülümsemene karşılık vermeyen yüzleri;
bunun en iyi hediye olduğunu kim söyledi?
Bana soracak olursan, insanlar derim, “her yerde”
ve “her yerde” taşlar.
Mülteci anlatır, anlatır da anlatır,
çünkü varmıştır ama tadına varamamıştır vardığının,
hiçbir şey hissetmez sigarası parmaklarını yaktığında.

hassan_blasim_photo_by_katja_bohm_2258k
Hasan Blâsim (Hassan Blasim)

Bir diğer isim, 1973 Bağdat doğumlu, Iraklı yazar, şair ve yönetmen Hasan Blâsim’dir. 2004 yılında Kuzey Irak’ın Kürt bölgesinde çekimlerini sürdürdüğü “Yaralı Kamera” filminin yapım aşamasında yaşadığı siyasi baskılar sonucunda mülteci olarak Finlandiya’ya göçmüş ve oranın vatandaşlığına geçmiştir. Özgürlük Meydanı’nın Delisi adlı kısa öykü toplamı, İnci Ötügen’in İngilizceden yaptığı çeviriyle Pan Yayıncılık tarafından Türkçede de yayımlanmıştır. “Iraklı Mesih” adlı romanı ise ilki 1990’da verilen ve Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanıyla kazandığı Independent Yabancı Roman Ödülünün 2014’teki sahibi olmuştur.

Finlandiya’da yaşamını sürdüren Blâsim’in “Cennet’te Bir Mülteci, İşte Avrupa” başlığını taşıyan şiiri, henüz başlığındaki ironik havayla okuru içine çeker. Mülteci artık Avrupa’ya varmıştır, Cennet’tedir ama Cennet denilen şey, inancına göre ölümünden sonra gidebileceği bir yerdir. Mültecilik, ölümün bizatihi kendisidir:

Cennette Bir Mülteci, İşte Avrupa

Ölümden sıyırmışsındır paçayı.
Onlar sınırda vurur seni.
Söverler sana ırkçı gazetelerde.
Televizyonlarda analiz ederler ölmüş çocuğunun bedenini.
Bir araya gelip tartışırlar geçmişini, geleceğini.
Resimlerine konu ederler seni, sen boğulurken.
Koyarlar müzelerine de alkışlarlar sonra seni.
Derken vurmayı bırakıp bir ordu kurarlar bizzat sana karşı koymak için.
Akademisyenler yeni bir ödenek alır, araştırmak için senin bedenini, ruhunu.
Politikacılar şaraplarını yudumlar, kaderini tartıştıkları acil bir toplantının ardından.
Tarihi incelerler, soğuk bir ormanda donarak ölmüş kızın için verilecek bir cevapları
olsun diye.
Timsah gözyaşları dökerler acılarının üstüne.
Gösteriler düzenlerler sana karşı, duvarlar örerler.
Greenpeaceçiler senin fotoğraflarını asar sokaklara.
Diğerleri oturur kanepelerinde,
Facebook’taki resmine yorum yaparlar bıkmış usanmış, sonra da giderler yatmaya.
Soyup çıkartırlar açık oturumlarda insanlığını, bıçak gibi zekice, keskince.
Seni not düşerler bugüne, ertesi sabah kaybolursun bencilliğin silgisiyle.
Kendi insanlıklarına rastlamayı beklerler senin trajedinle.
Kendi cennetlerine alıp götürürler seni,
Sonra da kendi korkularıyla kırbaçlarlar gece gündüz, korku ve umut yayılan gözlerini.
Geçmiş, uyuyup uyanır senin içinde.
An, yutar, içine çeker seni.
Çocuğunu yetiştirir, büyütürsün sen.
Sen ölürsün.

cihan
Cihân Besîsû (Jehan Bseiso)

1983’te Los Angeles’ta doğan, Amman’da büyüyen ve hali hazırda Kahire, Beyrut ve Amman arasında mekik dokuyarak yaşamını devam ettiren Filistinli bir şairdir Cihân Besîsû (Jehan Bseiso). 2008 yılından beridir Sınır Tanımayan Doktorlar için çalışır. Belki de bu sayede ülkesi Filistin’i ilk kez 2012 yılında görür.

Filistin direniş edebiyatı, onun şiirlerinde devam eder nefes alıp vermeye, başka bir dilde de olsa. Son yıllarda yazdığı denemelere bakıldığında konusunun hep Suriye’deki savaş, mülteciler ve yaşanan acılar olduğu görülür. Kendi yaşadıklarıdır çünkü şimdi yaşanılanlar.

Doğduğu ülke, aldığı eğitim, kendisini İngilizce ifade etmeye yöneltmiştir. Yazdığı şiirler, kaleme aldığı denemeler İngilizcedir. Yazdıklarını oturup kendisi çevirmeye çalışır Arapçaya. Öyle anlar gelir ki iki dil arasında sıkışıp kalır: Ne İngilizcesi kabildir imgeleminden geçenlere ne Arapçası. O yüzdendir ki kastettikleri, hiçbir zaman yazdıkları olmaz harfi harfine:

Halep’ten Ötesi

Suriye’deki savaştan kaçıp Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken denize gömülmüş ailelere ve sevdiklerime.

Küçük yaşta söktüm okumayı.
Ne var ki bazen, sözcükler bana zorbalık etmezden önce
harflerin tuhaf resimler olarak kalmasını isterdim daha uzunca bir süre.
Şimdi, farklı diller kendine yer ediniyor geniş ağzımda.
Kastettiğim bu değil aslında harfi harfine.
Günün birinde Halep’e döneceğiz demiştin bana.
Kastettiğin bu değil aslında harfi harfine.
Dört yıldır birlikte bağrındık sevgilim değişim için
şimdiyse sınır ülkelerinde yurt arıyoruz kendimize.
Türkiye’den Lübnan’a geçiyoruz, oradan Mısır’a
arıyoruz, bulamıyoruz Halep’i.
Elimizde yemek kuponları, yardım şartları ve gidip gelen bir sempati…
Şiir yazmıyorum artık.
Tekne battı batacak.
Harfi harfine.
Ama terk etmek istemiyorum bu kamarayı
Kokusu yasemin, özgürlük tadı.

12325330_890387184376221_366426946_n-21
Nizâr Ali Bedr (Nizar Ali Badr)

Nizâr Ali Bedr’i de anmadan geçmeyelim burada. Lazkiyeli bir ressam ve heykeltıraştır kendisi. Bu derlemenin başında ve aşağıda gördüğünüz taş içerikli görseller de ona aittir. 2011’de savaş patlak verdiğinde Suriye’de, savaşın öyküsünü taşlarıyla anlatmaya başlamıştır. Kanadalı yazar Margriet Ruurs’un, küçük Rama’nın dilinden bir göç yolculuğunu anlattığı, Nesin Yayınları tarafından Türkçede de yayımlanan Taştan Adımlar adlı çocuk kitabı, Bedr’in taşlardan yarattığı güçlü imgelerin eseridir biraz da.

Diğerlerinin acısını sözcüklere döktüğü gibi, o da taşlara yontmuştur yüreğindekini, taşlara söyletmiştir söyleyemediklerini.

763_12

1011-stepping-jpg

f50d5e58-57d7-495c-aa79-65f33b160eee

763_15

Derleyen, çeviren: Zafer Ceylan