5000
Natalia Borges Polesso

Çoraplarını dizine kadar çekiyor çünkü ayakları yazın bile üşüyor. Yatağın kenarında oturuyor ve çoraplarını çıkarıyor –kaval kemiği, baldır, ayak bileği– duruyor. Doğruluyor. Karnı daha fazla eğilmesine engel. Derin bir nefes alıyor, kollarını esnetiyor ve görev tamam. Çoraplarını katlıyor ve yastığının altına yerleştiriyor. Çoraplar uyku için. Marília tatlı olmayabilir ama yatağımızın öbür yarısından bakarken ona aşık olmamak elimde değil.

İşte Marília mutfağa giriyor ve birazdan metal çınlamalarından, çekmecelerin kapanmasından ve sözlerini artık bilmediğimiz eski bir melodinin ıslığından oluşan sesle nasıl canlanacağımı düşünüyorum. Pencere tarafına dönüyorum, panjurlar alacakaranlıktan hâlâ gölgeli, gözlerimi kapatıyorum, gülümsüyorum. Curcuna başlıyor. Bunu kasten yapmıyor, sadece elleri sessizlik nedir bilmiyor. Kapı çarpıyor ve evimizin derinliklerinden aynı eski melodiyi duyuyorum. Hangi şarkı olduğunu merak ediyorum. Bizim şarkımız olduğunu düşünüyorum.

Birazdan tekrar uykuya dalmış gibi yapmam gerekeceğini biliyorum çünkü Marília kahve ve tost ile birlikte yatağa dönecek ve zaman bulabilirse, peçeteye çizilmiş bir çiçek de olacak yanında. Marília uzaktan kumandalı arabaları, mandalları, cepli etekleri ve bitkileri sever. Asla ve asla bir çiçeği koparmaz. Onları ancak çizebilir.

Kapı açılıyor. Marília tepsiyi bırakıp yatağımıza oturuyor. Bacağıma dokunuyor, ben de yeni uyanmış gibi yapıyorum. Artık ışık vurmuş panjurlar, siluetini çiziyor. Gergin ellerini tutuyorum ve daha gözlerimi açmadan bile bir şeylerin ters gitmiş olduğunu biliyorum. Sorunun ne olduğunu soruyorum. Unutkan olduğunu söylüyor. Biz unutkanız, diyorum. Bana hüzünle bakıyor ve kahveyi kahve koymadan yaptığını ve tostu yaktığını söylüyor. Alnımı kırıştırıyorum. Kahveyi kahvesiz yaptığını tekrarlıyor, bu yüzden cezvede sadece kaynar su var, suyu kahve kupalarına dökerken bir an sessizce duruyor. Tost yandığında kafası karışmış. Bana yaşlı ve unutkan olduğunu söylüyor. Ben de ona, iki yaşlı ve unutkan kadın olduğumuzu söylüyorum.

Saçlarına bakıyorum, dizlerimin üstünde. Kendi tarafına yatıyor ve benden ayaklarını örtmemi istiyor, sadece ayaklarımı diyor ve pencereleri aç. Panjurun kordonuna ulaşana kadar sırtımı ve kollarımı esnetiyorum. Işık bizi açığa çıkarıyor: Onun beyaz saçlarında benim lekeli ellerim. Kaç yıl geçti Marília? Bu Pazar sabahı ritüelini ne zamandır sürdürüyoruz? Bunları düşünüyorum ama hiçbir şey söylemiyorum. Marília biraz ağlıyor sanki. Öyleyse bile, içinden. Kahvaltı hazırlayacağını söylüyor. Kalkıyor, gidiyor.

Bu sefer çiçek yok, anlıyorum. Neden diye sormaya cesaret edemiyorum. Kahvemden yavaşça yudumluyorum ki çatlamış dudaklarımı yakmayayım. Boğazıma kaçmasın diye ekmeğimden küçük ısırıklar alıyorum. Marília da yiyor, bakışları yerde. Aramızda yeni bir utangaçlık başladı. Ben kahvaltımı bitiriyorum. Tekrar pencereden dışarı bakıyorum. Güzel bir gün. Bahçemizde yürüyüş yapmak geliyor içimden. Marília kalkıyor ve walker’ı yatağa dayıyor. Kendi başıma kalkmak istediğimi biliyor, öyle yapıyorum. Sadece birkaç basamak olmasına rağmen, yine de bana sıkıntı veriyorlar. Yine de evde asansör istemiyorum ve tekerlekli sandalye rampasının düşüncesine bile katlanamıyorum. Marília kapıyı açıyor ve sabah aydınlığına doğru yürüyoruz. Hava, tahmin ettiğimden daha soğuk. Ezelden beri sahip olduğumuz örgü battaniyeyi kapıyor ve sırtıma örtüyor. Hantal elleriyle omuzlarımı sertçe sıkıyor; bunca yıldan sonra hâlâ ne kadar şefkat sunacağını kestiremiyor. Bundan hoşlanıyorum. Çünkü sevgimizin bu eylemde, bu kuvvetli dokunuşta saklı olduğunu biliyorum. Orada öylece duruyoruz, arka bahçemizi sokaktan, hayatımızı yoldan geçenlerden ayıran duvarın arkasında duruyoruz.

İki yaşlı kadın orada yaşıyor işte, o evde. Yıllardır orada yaşıyorlar, şu iki yaşlı kadın. Orada yıllardır birlikte yaşayan iki yaşlı kadın hakkında bir şeyler var. Orada, bu iki tuhaf ve yaşlı kadının evinde.

Biz o iki tuhaf yaşlı kadınız, Marília ve ben. Ben bizi düşünürken güneş portakal ağacından süzülüp kafamı ısıtmaya başlıyor, biraz fazla. Kalkmaya çalışıyorum. Bacaklarım günden güne gücünü kaybetti ve nedenini hiç öğrenemedim. Doktorlara, sihirbazlara, şifacılara gittim, ama hiçbiri işe yaramadı, gücümü asla geri kazanamadım. Eskiden uzun yürüyüşler yapmaktan, ormanda, tepelerde, şelalelerde dolaşmaktan hoşlanan bendim – neden ben? Şimdi kendi verandama zar zor çıkabiliyorum. Bu yüzden, daha önce oturduğum sandalyeden beş adım ötede, çimlerin üzerinde sessizce oturuyorum, zar zor dengede durabiliyorum. Arkamda kalan eve bir bakış atıyorum. Marília’yı göremiyorum. Endişelenmeye başlıyorum, ama sonra sütunun arkasından ortaya çıkıyor ve iyi olup olmadığımı soruyor, ya düşüp kendime zarar verdiysem diye bana yardım etmek için ağır aksak koşuyor. Bana ulaşmadan önce iyi olduğumu söylüyorum ve çimlere oturmaya davet ediyorum. Çiy hakkında homurdanıyor ama yine de oturuyor. Huysuzca, üşüteceğimi söylüyor ama yine de yanımda kalıyor. Bacağıma biraz fazla sertçe pat pat vuruyor, bu da beni sevdiği ve her şey için üzgün olduğu anlamına geliyor. Gülümsüyorum ve istemediğim halde içeri girmek istediğimi söylüyorum. Çünkü onun istediğini biliyorum.

Marília rutini sever. Pazar günleri erkenden kalkar ve bize kahvaltı hazırlar. Sonra bir süre ön verandada otururuz. Güneş varsa, bahçede otururuz. Bundan sonra içeri girmeyi ve gazete okumayı sever. Eskiden pazar sabahları yürüyüşe çıkardım ama şimdi oturup gazete okuyorum. Yemek yeriz, sonra kestiririz, sonra televizyon izleriz, sonra tekrar yemek yeriz. Sonra, yatmadan önce çok uzun bir süre birbirimize bakarız. Bu noktaya nasıl geldiğimizi anlayabilmek için birbirimize bakarız. Asla anlayamayız. Her seferinde anlarız. Çok sessizizdir; sessizliğin tadını her zaman çıkarmışızdır.

Marília banyo yapmama yardım ediyor. Titrek elleriyle sırtımı yıkıyor. Hâlâ vücutlarımızdan utanıyor. Ya da belki bu yeni, yaşlılığın getirdiği bir utangaçlıktır. Başımı üç kez şampuanlıyor, ters giden bir şeyler olduğuna kalıbımı basarım ama tek bir kelime bile çıkmıyor ağzımdan. Korkuyorum. Korkmakta haksız değilim. Ama ona korkumu göstermek haksızlık olur. Marília sürekli olarak her şeyden korkar. Dışardan sert görünebilir ama aslında ölümüne korkar. Kendi adıma, hâlâ ve bir kez daha korkuyorum ve birlikte ölelim diye her gün dua ediyorum çünkü kendi başıma olmaya dayanamam, o da dayanamaz. Halletmeyi çok düşündüm. Sessizce halletmeyi, Marília ile birlikte yatağa girmeyi, o uyku çoraplarını giymiş, gece çayımıza sakinleştirici bir şeyler karıştırarak. Bir daha uyanmamayı umarak. Yine de bunları sadece düşündüm, yapacak cesaretim yok. Bu yüzden dua ediyorum işte. Her zaman olduğu gibi, şimdi olduğu gibi, ölüm anımızda da birlikte olmak için dua ediyorum.

***

Ertesi Pazar Marília uyanıyor, sonra beni kahvenin kokusuyla, kapanan çekmecelerin sesiyle ve sözsüz ezgimizle uyandırıyor.

Natalia Borges Polesso

Kaynak: Literary Hub, 22 Mayıs 2020

Çeviren: Onur Çalı