Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Bu uzun, zaman zaman yıpratıcı bir süreçti. Ciddi olarak kalemi elime almamla dosyamın yayınlanması arasında 6-7 yıl var. Bu süreçte yazmaya yönelik okumalarım arttı, ulaşabildiğim ustalardan yazmaya dair ipuçları yakalamaya çalıştım. Hep acaba nasıl oldu, oldu mu sorusu… Dergilerde yayınlanma dönemi geldi ardından. Sonunda da cesaretimi toplayıp öykü dosyamı oluşturdum ve bir yayınevine gönderdim.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Çünkü her zaman, her şeye en zor tarafından başlamak gibi bir gereksiz huyum var.

Aslında ilk bitirdiğim eserim bir fantastik macera romanı denemesiydi. 2006 yılıydı. Onun değişik bir akıbeti oldu. Kendi adım altında yayınlanmadı diyelim. Bundan kendime göre dersler çıkardım. Öykü ise aslında hep vardı gibime geliyor. Orta okulda Sait Faik’le tanışıp çok sevmemin etkisi de olabilir, günlük hayatta aceleci bir insan olmamla da. Tabii acelecilik ve iyi bir öykü yazmak aslında zıt şeyler. Hayatı algılama şekliyle de ilgili olabilir, bilemiyorum. Bunca zaman sonra söyleyebileceğim ise öykü yazmanın sanıldığı kadar kolay olmadığı. Bunun dışında günümüzde vasatın hatta vasatın altının, çok çabuk tüketilen şeylerin baştacı olduğunu düşününce neden hâlâ bu inat diye sorabiliriz. Bununla beraber kendimiz için yazdığımız da gerçeğin önemli bir yüzdesini kaplıyor. Bu yüzden yine de öykü, yine de yazmak.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

İlk dosyamı okuttuğum, edebî zevkine, okurluğunagüvendiğim arkadaşlar hangi yayınevine göndersem kabul edileceğini söyleyerek bana iyi gaz vermişlerdi ama yayınlatma sürecinin (en başta da cevap bekleme süresi) ne kadar meşakkatli olduğunu biliyordum ve heyecanlıydım. Bu arada öykülerim daha çok Hece Öykü dergisinde yayınlanıyordu. Dosyam hazır olunca da ilk oraya gönderdim. Okuma ve karar verme sürecinin bir iki ay süreceğini haber verdiler. Çok heyecanlı bir bekleyiş tabii. Olumlu cevabı aldıktan sonra da yayın sırasını bekleyiş geldi. Dosyamın kabulü sene sonunda gerçekleştiği için ertesi yılın basım programına aldıklarını söylediler. Ben de beklemeye başladım. Yayınevini ablukaya almama hassasiyetiyle bekledim. Arada kendimi hatırlatmam gerekti ve ilk söylenen tarihten sanırım altı yedi ay gecikmeyle de olsa basıldı. Bunun dışında ciddi bir sorun yaşamadım. Fakat ilk kitaplar için bu bekleme süreci gerçekten çok stresli oluyor. Yani bir şekilde pasif durumdasınız ve olayların gelişmesi tamamen karşı tarafa bağlı.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Dosyamı hazırlarken tek başınaydım. Dediğim gibi öykülerimi okumasını ve eleştirmesini istediğim arkadaşlarım vardı sadece. Yayınevinde ise kabulden sonra son okumalarının vs yapıldığını biliyorum ama sürekli bir diyalog olmamıştı o zaman. Öykülerin bir kısmı da dergide yayınlanan öykülerimdi. Dergi editörümüz Ali Bey, dosyanda hiçbir yerde düzeltme ihtiyacı hissetmedik, pürüzsüz bir Türkçe demişti sanırım bir konuşmamızda da. Basım öncesi kitap kapağı ve isim hakkında görüşmelerimiz olmuştu. Bu şekilde bir edisyondan geçti.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Bir şey ummayacak kadar bu ülkede, bu zamanda yaşıyorum : )

Ancak geriye dönüp baktığımda, ortaokul sıralarında düşlediğim bir şeyi, göreceli olarak uzun sürmüş olsa da, gerçekleştirdiğimin farkına varmak kendim için büyük bir şey zaten.

Ayrıca ilk kitabım olmasına rağmen -sizin de en başta dediğiniz gibi, muhtemelen çokça kusurları olmasına rağmen- yakın çevremden, okurlardan, yazar arkadaşlarımdan öykülerimi değişik bulduklarına ama çok beğendiklerine dair geri dönüşler almak hem şaşırttı, hem sevindirdi. Negatif eleştiriler de aldım, ki bana asıl gereken bunlardı. Bu yayın bolluğu içinde, birkaç sağlam eleştiri almak bile başlı başına hediye sayılır. Bu arada sadece ismen bile olsa, Doğan Hızlan gibi bir duayenin köşesinde adımın geçmesi de hoşuma gitmişti, itiraf etmeliyim.

Telif aldınız mı?

Evet, sözleşmede bu madde vardı ve telifimi aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

İlk öykümün, ulusal çapta yayınlanan bir dergide (Deliler Teknesi, 2012) yayınlanmasından kitabın çıkışına kadar (2018) altı yıl değişik dergilerde öykülerim ve yazılarım yayınlandı. İki derginin hazırlık toplantılarına da katıldım bir süre. Dergilerde görünme dönemi en önemli kısımlardan biri. Bir şekilde kendinizi kendinize ispat etmiş hissediyorsunuz iyi bir dergide öykünüz çıktığında. Sonrasında da bir öncekinden daha iyisini yazmalıyım diye düşünüyorsunuz.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Bunca zamandır okuyup yazmalarımın karşılığı oldu onların gözünde, evet. Bir yere kondurdular. Özgürlük alanımda bir değişme olmadı çünkü kimsenin dediğine bakmadan okuyup yazdım bunca zaman. En çok vaktimi ona ayırdım. Ailem de engel olmadı. Kitaptan sonra karşılaştığım bir soru da “Kitabı da yazdın, bitti bu iş?” gibi bir şeydi. Oysa benim işim artık bu. Bunu anlatmak da gerekti bir süre. Tabii bunu önce kendimize da anlatmak gerekiyormuş. Yani n’apıyorsun diye sorduklarında “Çalışıyorum, yetiştirmem gereken dosyalarım var.” demek gerekiyor. Ve yazmak için bir ilham saati beklenmediğini, her gün düzenli olarak o yazı masasının başına geçmek gerektiğini anlatmam da.

Şu da var; yazıyor olmanın kendisi hem bir özgürlük ama genelin dışında olmakla da bir sınırlanmışlık zaten.

Peki, bundan sonra?

İkinci öykü dosyamı hazırlıyorum. Bir uzun öyküm de bitmek üzere. Yine bir anlatı (bu kelimeyi sevmiyorum ama sanırım yazdıklarımın karşılığı bu kelime olacak) dosyam var. Dinlendirme dönemindeyim. Kısacası üç dosya var elimde bitmesi için uğraştığım. Yine bir arkadaşımla bir süredir üzerinde çalıştığımız öykü dışı bir türde ortak bir projemiz var.

Sonrası hayat ne getirirse…

Teşekkürler.