Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

İlk kitabımı henüz okula gitmiyorken, evde kendi kendime okuma-yazma öğrendikten hemen sonra yazmıştım esasında. Ne tesadüftür -ya da elbette değildir- ki o kitap da annemin adını taşıyordu, fakat kapağına çizdiğim resim anneme hiç benzemeyen bir kadındı. Pembe kartondan kapağı, birkaç a4’ten oluşan sayfaları ile aslında kendince bir bütünlüğü de vardı kitabımın. Yazar olma sürecim o zamanlar başladı diyebiliriz. İlköğretim boyunca şiir yazdım, keşke hâlâ yazabilsem. Üniversite ile birlikte yazma alışkanlığım değişti, evrildi, internetle birlikte çeşitli platformlarda kendimi dener oldum. Kitap olsun, olmasın, yazmadığım bir hayat tahayyül etmedim hiç. Bu uzun bir Instagram paylaşımı da olabilir, bir kitap incelemesi ya da bir söyleşi de. Formatlar değişebilir, önemli olan bir hikâye anlatmak.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Aslında gönlümden neredeyse her tür geçiyor. Roman, şiir, deneme… Ama hayatımın bu noktasında, anlatmak istediklerimi öykü ile anlatmak bana daha kolay geldi. Anlatacağım konuların, kişilerin, olayların çeşitli olmasını, farklı tonlar yakalamayı ve onlardan bir bütün oluşturmayı istedim. Bu anlamda bir özgürlüğü var öykünün. Çokluktan tek bir kitap oluşturabiliyorsunuz.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Dosya yollayacağım yayınevlerini seçmek çok da zor olmadı aslında. Kitaplığımda en çok yer alan, en güvendiğim üç yayınevine yolladım dosyamı. Birinden kısa süre sonra “Aslında basmayı isterdik, ama bir seriye girmeyecek kitapları basmıyoruz” gibi bir yanıt geldi. İlginçtir ki bu yanıtı aldıktan kısa bir süre sonra yayıneviyle ilgili barkod dolandırıcılığı yaptıklarına dair yazılar yazıldı. İkinci reddimi de diğer bir yayınevinden, yine hızlıca aldım. Oradan aldığım yanıt da dosyanın yayın planlarına uymadığı yönündeydi. Sonuncu ve aslında en çok gönlümden geçen İletişim Yayınları’ndan epey bir süre ses çıkmadı. Neredeyse on ay cevap alamayınca kendimi hatırlatayım, olmuyorsa da şansımı başka yerlerde deneyeyim dedim. Cevap olarak dosyamın ilk okumadan geçip ikinci aşamaya geldiği, yakın zamanda da karar alınacağı bilgisini aldım. Birkaç hafta sonra, hatta doğum günümün ertesi gün olumlu dönüş yaptılar ve metin üzerinde çalışma süreci başladı.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Yayınevi sürecinden öncesini kastediyorsanız hayır, olmadı. Ama sevgili karıma bütün öyküleri zorla okutup fikirlerini dikkate aldım. Benim için hele de ilk dosya çok özel, mahrem bir şeydi. Birkaç öyküyü paylaştığım arkadaşlarım oldu, ama genel olarak çok az kişiye açtım o mahremi. Bir de ben uzun süredir yazan bir insanım. Kurgu dışında yazma, editörlerle çalışma ve hatta biraz editörlük yapma deneyimim de vardı. O yüzden kendi metnime de zamansal bir mesafe aldıktan sonra oldukça sert bir şekilde editörlük yaptım diyebilirim. Bir de şöyle bir şey var ki, aynı metin iki editörün elinden ve gözünden geçse ortaya epey farklı işler çıkıyor. O yüzden çok ciddi bir yardıma ihtiyaç yoksa yayınevi sürecinden önce bir editörle çalışıp arkasından yayınevinde başka bir editöre geçmek fikri biraz aklımı karıştırıyor. Tek bir kişiyle ilerlemek benim için çok daha güven verici, ama bu elbette kişisel bir tercih. Ben metnin üzerinden defalarca geçmeyi uygun gördüm. Ta ki öyküler iyice sadeleşip, yoğunlaşıncaya kadar adeta elekten geçirip taşlarını temizledim. Sonra editörüm Duygu Çayırcıoğlu ile de yoğun bir eleme yaptık ve öyküler bugünkü halini buldu.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

İlk kitabımın global bir salgın varken çıkacağını elbette hiç düşünmemiştim. Hayallerim bir kitapçıya girip rafta kitabımı görmek, okur buluşmalarında yer almaktı, ama bunların hiçbirini yapamadım. Almanya’da yaşadığım için Türkiye’ye bu süreçte gelemiyorum, burada da rafta kitabımı görmem mümkün değil. Neyse ki internet var ve uzaklar yakın olabiliyor. Çeşitli okuma gruplarına ya da yazar sohbetlerine katılıyorum, okurlarla konuşabiliyorum, bu da beni çok mutlu ediyor. Tabii kitabımın çıkacağını ve hayatımın birden değişeceğini hiçbir zaman düşünmedim, ama bir şeylerin değişeceğini de umuyordum. Değişti de, şimdi bir eşiği atlamış gibi hissediyorum. O ilk dosyayı yazma, hazırlama, yayınevine sunma, bekleme gibi insanın kendini epeyce kırılganlaştırdığı, şeffaflaştırdığı bir süreci atlattım. Kıyının öbür yanında gibiyim şimdi. Ama elbette iki kıyı arasındaki git-geller hep devam edecek.

Telif aldınız mı?

Evet, aldım. Almayacağım bir durum söz konusu olsaydı zaten bir yayıneviyle çalışmak yerine öyküleri kağıda kendim basar, bir de kapak yapıp kendi üretimim olarak satmayı denerdim herhalde. Bu paradan ziyade karşınızdaki kişilerin profesyonelliğini ve yaptığınız işe verdikleri değer ile alakalı.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Bunun yanıtı dergiden ne anladığımıza göre değişir. Türkiye’de gerçekten de belli dergilerden geçen bir gelenek var, ancak ben bu sürece dahil olmadım. Üniversite döneminde ücretsiz staj için başvurduğum, Türkiye’nin en bilinen edebiyat dergisinin yayın yönetmeninin o sırada 22 yaşında olan bana “Sen geç kalmışsın, buraya artık 19 yaşında kızlar geliyor staja” demesi o an tam anlayamasam da içimdeki güveni ve heyecanı yıktı geçti. Şimdi dönüp baktığımda elbette bunun cinsiyetçi, yaşçı ve çok saygısız bir laf olduğunu görebiliyorum. Zannediyorum bu yüzden o dergiye bir şey yazmak aklımın ucundan bile geçmedi. 5Harfliler açıldığında hemen kendilerine ulaşıp yazı yazmak istediğimi söylemiştim. Şimdi seyrekleşse de hâlâ kendilerine yazı vermek benim için bir onur. Dilimi bulmamda, özgüven kazanmamda büyük payları var. Keza birçok kampanya metni yazdığım erktolia da benim için dergilerin yerine geçen, doğrudan edebiyatla alakası olmasa da yazma konusunda elimi geliştiren bir mecra oldu. Sonrasında zaten pek çok başka mecraya da yazmaya başladım. Bu yüzden bana yazma cesaretini verenler kadınların oluşturduğu platformlardı.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Epeydir öyle ya da böyle yazı uğraşında olduğum için sanırım çoğu kişi bir noktada bir kitap bekliyordu, ama belki de edebiyat alanında değil de araştırma gibi bir şeyler tahmin ediyorlardı. Genelde insanlar gazeteci olarak yaptığım röportajlardan, yazdığım yazılardan haberdardı. Ama benim formasyonum edebiyat, üniversite zamanında da bir yayınevi için düzelti yapıyordum. 2015’te Türkiye Bilişim Derneği’nin bilimkurgu yarışmasında birincilik alan ilk kadın olmuştum. 2018’te de Yarım Saat öykümle Kaos GL’nin düzenlediği kadın kadına öykü yarışmasında özel ödül aldım. Yani alttan alta edebiyat ile ilgim hiç kesilmedi, fakat insanlar beni başka işlerle bildiklerinden biraz şaşırdılar. Kitaptan sonra gazetecilik yapıp yapmayacağımı soranlar bile oldu. Galiba kitaptan para kazanıldığını zannediyorlar… Şaka bir yana, özellikle yakın çevrem için kitap gerçekten de bir şeylerin somutlaşmasını sağladı. Aynı öyküleri basılmamış halde verip okutsam “Neden böyle şeyler yazıyorsun? Başka konu mu yok?” diyecek ya da ciddiye almayacak insanlar kitabın gördüğü ilgiden ötürü ister istemez farklı davrandılar. Siz aynı kişisiniz, yazdıklarınız aynı, ama kitap sizi başkalarının gözünde bir anda daha saygıdeğer kılabiliyor.

Peki, bundan sonra?

Bundan sonrasını ben de merak ediyorum. Aynı anda hem düzenli bir işim olduğundan hem de hafta sonları ya da akşamları aktivizm çalışmaları yürütmek, küçük çaplı kampanyalar organize etmek ya da eğitimler hazırlamak gibi meşgalelerim olduğundan biraz bölünmüş durumdayım. Hiç uyumazsam yapmak istediğim her şeyi başarabileceğim galiba.