Küçüktüm, küçücüktüm, 
Oltayı attım denize;
Bir üşüşüverdi balıklar,
Denizi gördüm. 

Orhan Veli

Berkeley’in meşhur düşünce deneyiyle ilk kez karşılaştığımda bir düşünce deneyinden beklenmeyen ihtimali gerçekleştirmiş, düşünememiştim. “Etrafta duyacak kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağacın devrilmesi ses çıkarır mı?” diye soruyordu Berkeley. Var olduğuna dair hiçbir gözlem yapılmamış bir şeyin gerçekten var olduğu söylenebilir miydi? Sorunun metafizik önemini ancak yetişkinlik yıllarımda kavrayabildim.

Benzer bir başka düşünce deneyine Blade Runner filminde rastlarız. Bir android avcısı olan Deckard, bir tek boynuzlu at görme anısını kafasında döndürüp durarak kanlı canlı bir insan olduğu “hakikatini” kendi kendine sürekli teyit eder. Ancak filmin sonunda masasına bırakılan kâğıttan tek boynuzlu at vesilesiyle aslında onun da bir android olduğu hem seyirciye hem de Deckard’a ispatlanır.

Berkeley’in soktuğu fitili biraz daha derine iter böylece Blade Runner. Tam da şu anda doğrulanamayan hiçbir hakikat güvenilir değildir. Geçmişte devrilmiş bir ağacın sesini asla duyamazsınız.

Bertrand Russell

Ciddiye alınmayacak gibi bir iddia değildir bu. Mesela Bertrand Russell’ın The Analysis of Mind’da öne sürdüğü “Beş Dakika Hipotezi”ne göre BÜTÜN KÂİNAT beş, bilemedin on dakika önce yaratılmış olabilir. Aksi yönde getireceğiniz hiçbir kanıtın kıymet-i harbiyesi yoktur, zira kainatın çok daha eskiden beri var olduğuna dair öne süreceğiniz bütün “kanıtlar” da bu beş on dakika içinde yaratılmış olabilir. Kâinatın milyarlarca yıldır var olduğunu ortaya koyan onca bilimsel bulguya rağmen zamanın sıfır noktasını sadece birkaç bin yıl önceden başlatan Eski Ahit’e inanmayı sürdürenler de “Omphalos hipotezi” adı verilen benzer bir argümana yaslanır.

Deutsche Welle geçtiğimiz hafta “asgari ücret ama sigortasız” başlıklı bir haber yaptı. Bu haber daha sonra (anlaşılmayan ve Deutsche Welle tarafından da açıklanmayan bir nedenle) yayından kaldırılsa da dolaşıma girmişti bir kere. Ekşisözlük’te hakkında sayfalarca tartışıldı. Twitter’da defalarca paylaşıldı. İnsanların canını en çok da bu video haberde yer alan Cemre adlı küçük kızın sözleri acıtmıştı: “Denizi hiç görmedim, resimlerde falan görüyorum,” diyordu Cemre. “Akşam yatınca en çok denizi falan görüyorum.”

Birçok insan, İstanbul’da yaşayıp da denizi hiç görmemiş insan olabileceğine şaşırdı. Kimileri de bu şaşıranlara şaşırdı. Başkalarıysa Cemre’nin denizi görebilmesi için bir şeyler yapılması yönündeki dileklerini dile getirdi. Sonunda Ekrem İmamoğlu devreye girerek Cemre’nin bir gün belediyenin misafiri olarak vapur ile Boğaziçi’ni gezeceğini vaat etti. Cemre’nin denizi görme ihtimali halkımızın yüreğine su serpti.

Ne de olsa dört top tuvalet kâğıdının ortalama bir mabattan daha çok para etmeye başladığı günümüzde “eski laik güzel günler”i iyi kötü tadabilmiş olan bu insanlar anılarına tutunabiliyor, “Biz gene yaşayacağımızı yaşadık” diye düşünüyor. Kendilerinden çok Cemre ve Cemre gibi daha milyonlarcasını kapsayan “Z kuşağı” adına üzülüyor bu insanlar. Geçmişin bu nostaljik kurgusu biraz da mevcut duruma şükrettirme maksatlı “eskiden tüp kuyrukları vardı, yağ kuyrukları vardı” söyleminin ters yönlü momentum etkisiyle kuvvetleniyor elbette. “Eski Türkiye gibi olmayalım” diye korkutan statükoya inat eski Türkiye’yi geri çağıran bir arzu üretiliyor.

Öte yandan ilk bakışta karşıt kutuplar gibi görünen bu iki geçmiş kurgusunun mevcut durumu kabullenmeyi kolaylaştırma işlevinde ortaklaşması da politik psikolojinin bir cilvesi olsa gerek. Bir cenah eski Türkiye gibi olmadığı için mevcut duruma şükretme gücü bulurken, diğerleri o eski Türkiye’ye dair anılarını zihninde tek boynuzlu bir at gibi tekrar tekrar oynatarak, hayatının hakiki bir hayat olduğuna ikna ediyor kendini.

Bakırköy sahilini rezidanslara, Boğaz’ı yalıların duvarlarına, Marmara’yı müsilaja, Adalar’ı Körfez sermayesine, Akdeniz’i otellere, Ege’yi beach’lere kaptırmış insanlar, zehirli midye, hasta istavrit yiyen insanlar “Denizi hiç görmedi” diye Cemre’ye üzülüyor. Kendilerinin bir zamanlar denizi gördüklerine eminler çünkü.

Cemre’ye ben de üzülüyorum elbette. Ama kendime de üzülüyorum. Berkeley, Blade Runner ve Bertrand Russell sağ olsun, anılarım bana bugüne tutunma gücü vermiyor. Tam da şu anda doğrulayamıyorsam, bir zamanlar denizin tadını çıkardığıma dair kanıtlarınız benim için hiçbir şey ifade etmiyor.

Sadece çocuklar değil, bütün kuşaklardan insanlar denizi görmeyi hak ediyor. “Denizlere çıkan sokaklar” bizi bekliyor.

Hakan Sipahioğlu