Atakan Boran

Boş laflar, teraneler, tıngır mıngır kelimeler, bir ileri bir geri adımlar, ağır aksak adamlar…

Kalabalıktan, gevezelikten imtina ederim. Zihnimin içini ara sıra imtihana çekerim. Hep sınıfta kalır AliVelikırkdokuzelli ve eşlikçisi kırk tilki. Gözetler beni köşe başlarındaki o çocuk. Sobe sobe. Gördüm seni çık. İşin gücün mızıkçılık. Evet küçük dağları sen yarattın. Mangalda kül bırakma sakın. Sen ve dalkavuğun üç maymun. Sesini çıkarmadığın yılan. Hoş geldiniz, sefa getirdiniz. Değerli büyüğümüz. Olanı olduğu gibi göstermeme sanatını icra eden pek kıymetli dostumuz. Sahneye buyurun. Teşrif edin, onurlandırın bizi. Sizi ağırlamak ne büyük gurur. Omuzlarımdaki yük epi topu birkaç kilo fazlanız. Hemen kesiyorum tıraşı. Topluyorum, toplanıyorum, toparlanıyorum. Ve son olarak şunu söylüyorum başlarken. Başlarken son olarak şunu söylüyorum. Müsaade edin söyleyeyim. Herkes yollarına kuş koysa dünya pek güzel olurdu. Buyurun efendim edebiyat ödülü, bir tutam da caz, çok az barış ödülü. Biraz da ciddiyet. İstirham ediyorum efendim biraz ciddiyet.

Suç evrenseldir. (Evrensel pek güzel bir kelimedir) Hırsızın mazereti vardır. Dünyaya doğma gafletinde bulunanların yolu suçla kesişir. Suç nedir? Suç diye bir şey yoktur. Bu kelime sonradan türetilmiştir. Baba vardır, anne vardır, gökyüzü vardır, ağaç, çiçek, böcek. Hâlihazırda var olana seslenilir. Tekrar ediyorum. Suç yoktur. Ya da şöyle mi demem gerekir, bir zamanlar suç yoktu. İlk suçu işleyen kaderimi tayin etti. Yasa çıktı ortaya. Yasaya başkaldıranlar, başlarını feda ettiler. Neden laf kalabalığı yapıyorum? Anlatmama müsaade edin. İlmek zaten boynuma geçti. Ölüye azıcık saygı gösterin.

Suç diye bir şey olduğunu bilmiyordum. Hem hırsızlık niçin suç olsun? Hak ettiğimi kazanıyorum. Maharetlerimi sergiliyorum. İhtiyacım olanı alıyorum yalnızca. Bunu bana Selim öğretti. “Madem” dedi “Kimse önüne yemek koymuyor. Ekmeğini taştan çıkarmayı öğreneceksin.” Ekmeğimi çantalardan, cüzdanlardan çıkardım, altınlardan, mücevherlerden… Aç kalmamı yeğlersiniz biliyorum. Karnımı doyurmanın tek yolu bu değil diye düşünüyorsunuz. Selim, ben henüz sümüklü bir bastıbacakken hayatın gerçeklerini yüzüme vurdu. “Şunun, bunun gibi rol mü keseceksin” dedi “Tuttuğunu koparmayı öğreteceğim sana.” Güçlü olduğum için bir an pişmanlık duymadım. Evet, itiraf ediyorum, sizler zayıfsınız. Boyun eğdiniz. Suçlarınıza kılıf buldunuz. Fakirden alıp zengine verdiniz. Siz hırsız değilsiniz. Elbette. Bunu söylemek haddime değil. Dünyaya gözlerimi kapamama sadece birkaç dakika kaldı. Müsaade ederseniz konuşacağım biraz daha. Sözümü yarıda kesip şu sandalyeye bir tekme vuracak olursanız, pek üzülürüm doğrusu. Bu yüzden sabredin, anlatayım. Anlaşılmak istiyorum sadece. Hak vermeyeceksiniz biliyorum.

Gelin size Selim’i anlatayım. Kendimden bahsedersem son çırpınışlarım olduğunu düşüneceksiniz. Ağzımla kuş tutsam yaranamam size. Ama Selim’i anlatmakta hiçbir çıkarım yok. Hiçbirinizin tanımadığı Selim’i anlatıyorum, dinleyin: Selim’in memleketi dünyadır. Soluk alıp vermesini sever. Bazen de yemek yemeyi. Hatta su içmeyi bile sever. Ailesiyle görüşmez. Hapisten çıktıktan sonra hiçbiriyle iletişime geçmemiştir. Bildiği kadarıyla on bir kardeşi vardır. Babasının on iki havarisinden biridir. Babasına ihanet etmiştir. Asıl hırsız babasıdır. Gururunuzu, onurunuzu elinizden almak ister. Köpek gibi davranır size. Yani Selim böyle davrandığını söyler. Selim’in sesi olacaksam müsaade edin onun yerine konuşayım. Babam, evet babam, asıl hırsız odur. Nasıl mı davranır? Köpeğe davrandığı gibi. Hırsızın ahlakı olur mu demeyin, herkesin ahlakı olur. Çok düşünürseniz kimsenin ahlakı yoktur. Biz çok düşünmeyi sevmeyenler, kendimizi ahlaklı buluruz. Ben, Selim, yani Selim’in sesi, çalıp çırpsam da gözüm kararmaz asla. İhtiyacı olanın, fakir fukaranın malına elim gitmez. Bu yüzden günlerce araştırırım, gözetlerim. Bunu yaptığım için içten içe büyüklenirim. Kendimi hırsız olarak saymam bile. Çevremdeki çoluk çocuğa babalık ederim. İş öğretirim. Paralarını kazanmayı. Alışıldık yoldan para kazanmak hayaldir. Kimse iş vermez sicili kirli olana. Babam beni döve döve kirletti. Hatta satmıştı birkaç defa zenginlere. Bedenime sahip olabilirsin ruhuma asla. Çünkü ruh yoktu zaten ortada. Et ve kemik olarak yaşadım yıllar yılı. Bir gün bir soygun sırasında polise şikâyet ettim onu. Suçüstü. Kayıplara karıştım. Ekmeğimi kazanmaya çalışırken yakayı ele verdim birkaç yıl sonra. Hapisten çıkınca babam gibi olmayacağım dedim. Yanımda yöremde topladığım çocukları zorlamadım. Seçenek sundum. Hırsızlığı seçti hepsi. Asil olan budur çünkü. Senin olmayana göz koymak. Ben böyle gördüm, böyle büyüdüm, böyle haberler okudum gazetelerde. Ancak sonunda öldüm ben. Bir ensesi kalının fildişi kulesinde bir beylik tabancadan çıkan kurşunla. Çaldığım neydi peki? Mücevher kutusunun içerisinden sadece bir altın bilezik aldım. Hepsini de alabilirdim. Neden hak vermiyorsunuz bana? Bileziği bozdurup karın doyuracaksam bir ay, sahibi yokluğunu belki de hiç fark etmeyecekse neden öldürüldüm? Ben öldürüldüm, Faruk yakalandı. İdam edilecek.

Ben kimim? Selim. Yazgısı yazılı olan. Kiminin yazgısı ise sözlü. Söyleye, anlata yol çizenlerden olamadım. Konuşarak seçim yapanlardan. Suça sürüklenen değil suçu benimseyen, benimsediği şeyi reddeden, suç olarak görmeyen, tutunmaya çalışan, tutunamayan, Faruk’a babalık eden, ona iş öğreten, sonunda ölecek olan, ölen, öldürüleceğini bilen, öldürülen, cezasını dünyaya doğarak fazlasıyla ödemiş, cezasını ödemeyenlerin güle oynaya cirit attığı dünyada kuytu köşeler uygun görülen, ezilmiş çimenlerin arasında bir çiçek ya da bir leş, leşçilleri besleyen, belki leşçillerle beslenenleri de besleyen, toprak olacak, yerin yedi kat altına gömülüp adı asla anımsanmayan, hiç yaşamasa, dünyaya hiç gelmese ne bir eksik ne bir fazla… Faruk, yakalandı o villada. Ev sahibi çetin ceviz çıktı. Bir kurşunla mıhladı beni duvara. Faruk ise hâlâ çocuk sayılır. Sıkma ona sakın dedim. Ölüm yalnız bana reva. Dinlemedi, hareketlendi ona doğru. Seni tanıyorum dedim. Sen, ensesi kalın. Burayı, falanca politikacıya yaltaklanarak aldın. Danışmanlık diyerek paraları cebe attın. Şirket kurdun. Şirketini birkaç günde milyonluk ettiler. Kimin parasıyla aldın burayı? Sahip olduklarında benim de payım var. Bak yalnızca bir bilezik aldım. Devede kulak. Tüm bunlar nasıl senin oluyor, bu bilezik benim olamazken. Adam hiddetlendi, silahını başıma doğrulttu. Zaten yerde iki büklümdüm, kan kaybediyordum. Faruk, kaçmak yerine geri döndü. Af dilemeye geldi, iki eli havada. Yeter ki ambulans çağır dedi. Ne yaparsan yap bana. Adam ellerini bağladı iple. Ambulans da çağırmadı üstelik. Ben ölene kadar sandalyesinde bekledi durdu. Son nefesimi verince, telefonu eline aldı nihayet. Ben Selim, öldüm. Faruk ise öldürülecek. Elimiz kolumuz bağlı. Çünkü suçluyuz.

Hayır, suçlu değiliz. Çünkü suç diye bir şey…

Atakan Boran