İthaki Yayınları, Tarık Dursun K.’nın eserlerini yayımlamaya başladı. İlk olarak “Rızabey Aile Evi”, “Kurşun Ata Ata Biter” ve “Hasangiller” adlı kitaplar okurla yeniden buluşuyor.

Tarık Dursun K.

Tanıtım bülteninden:

“Allah gözlerini yeryüzüne çevirdi mi, ilkin Deveçıkmaz Yokuşu’nu görür. Deveçıkmaz büyür büyür, kent kadar olur; sonra yine alabildiğine –hem bu kez yırtınırcasına– büyür, dünya kadar olur. Deveçıkmaz, öyle ahım şahım bir yokuş da değildir. Biraz kamburca, paket taşlı, iki yanı eski zaman evleriyle sıralı, kaldırımsız… Denize varmadan, yokuşun sonunu bir ucundan tramvay yolu keser. Tramvay yolundan kurtulur kurtulmaz, denize yine çıkamaz. Geçkin, Osmanlı’dan kalma yalılar, bir de ‘Rızabey Aile Evi’ önüne durur; geçit vermez.”

İzmir’in Karataş semtindeki Deveçıkmaz Yokuşu’nda bir pansiyon: Rızabey Aile Evi. 

Kaderin bir araya getirdiği iki arkadaş, Hulusi ve Kemal, Rızabey Aile Evi’nde bir oda tutar. Burada, hayatlarını şekillendirecek, altüst edecek insanlarla karşılaşırlar. Tahsin’i, Şişman’ı, Bahriyeli’yi, Güzel İbram’ı, Fatma’yı, Recep’i onlarla birlikte tanırız. Sonra olaylar gelişir, işler değişir; öyle ki, Hulusi ve Kemal ölümle burun buruna gelir.

Tarık Dursun K., 1957’de basılan bu ilk romanında iki arkadaşı bir araya getiren ve sonra da ayıran olayları büyük bir ustalıkla anlatıyor. Dahası, Akira Kurosava’nın dünyaca ünlü filmi Raşomon’daki gibi, romanını farklı karakterlerin ağzından ilerleterek, biçimsel ve dilsel açıdan da Türk edebiyatının yüz akı eserlerinden birine imza atıyor.

Rızabey Aile Evi her şeyden öte bir dayanışma ve dostluk hikâyesi. İnsanların dostları için canlarını feda etmekten çekinmedikleri zamanlardan bize yadigâr.

“Bu kasabanın, bu çevre köylerin tüm adamı bu işten ekmek yer. Kaçakçılık yapmasın da n’apsın? Ekilecek toprağı mı var? Hepsini almış hükümet, sınır demiş, döşemiş mayını. Tarlalar mayın altında… Zeytinlikler mayın deryasında yüzüyor. Babam ki, bu işte en ehildi, kokusundan anlardı mayını, rüzgârı dinler, candarmayı bilirdi. N’oldu? Karşı gelemedi yazgısına. Bir gece, sabaha karşı adamın yarısını getirdiler eve. Bitmişti. Başına toplaştık, işaretle dayımı istetti, bizi çıkarttırdı odadan. Dayımdan kendisini vurmasını istemiş. Böyle yaşamaktansa, demiş; vur, kurtulayım İsmail, demiş ona. İsmail dayım dediğini yaptı, vurdu babamı.”

Sınırda yaşanan hayatların hikâyesi: Kurşun Ata Ata Biter

Tarık Dursun K., kendisine 1984 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandıran romanında, babadan oğula devreden kaçakçılık işleriyle uğraşan Üzer, Cevahir ve Tahir’in mücadelesine odaklanıyor. Onlara eşlik eden ve en az onlar kadar iyi çizilmiş Gazel ve Hediye’nin üzerinden de kadının bir sınır kasabasındaki yeri hakkında canlı görüntüler ortaya koyuyor. Tellerin, mayınların, düşmanların çevrelediği bu coğrafyada direnmek ve ayakta kalmak, ancak insanların birbirine duyduğu güvenle mümkün.

Mekân tasvirleri, gerilimin ön planda olduğu at üstündeki sahneleri ve diyaloğu önde tutan anlatımıyla Kurşun Ata Ata Biter’de, yazarın edebiyatla olduğu kadar sinemayla da derin bir bağ kurduğu açıkça görülüyor.

“Sadece göğsünü görüyordum. Kocaman yakası çözük, kıllı göğsünü. Bıçağı olanca gücümle havaya kaldırdım, indirdim. Sert bir yere çarptı ilkin. Elim sendelendi, bastırdım. Ete girerken, kemiklerdeki çıtırtısı koluma, kolumdan bütün vücuduma değdi. Geri çekmek istedim, gelmedi. Hızla döndürdüm. Kömür gibi koyu, simsiyah bir kan, fıskiyelenip dışarı atıldı. Yüzüme gözüme doldu. Bıçağı olduğu yerde, göğsünde bıraktım. Yıkıldı, kıvranmaya, bağırıp çağırmaya başladı. Yeşil yeşil de kusuyordu. Mama, koynundaki polis düdüğünü, korkudan kasılmış, çıkardı; deli gibi öttürdü, öttürdü, öttürdü.”

Hasangiller, adından da anlaşılacağı üzere Hasan ve etrafındaki insanları; yani ailesini, arkadaşlarını anlatıyor.

Peki, kim bu Hasan?

Hasan bir yeni yetme, bir “delikanlı”. Bir yanıyla aylak bir genç adam. Arkadaşlarıyla serserilik etmeyi, tüm gün boş boş dolaşmayı seviyor. Bir yanıylaysa yuva kurmak, bir işin ucundan tutmak isteyen, el yordamıyla kendisini var etmenin yollarını arayan bir kahraman o.

Günün birinde, randevuevinde çalışan “dostu” Günay yüzünden elini kana buluyor. Alelade hayatı, geleceğe dair planları altüst oluyor. Hapse girip çıktıktan sonra, hayat aldırışsız ve hercai akıp giderken Hasan da kendisine soruyor: Peki, kim bu Hasan? Ne yapmak istiyor?

Hasangiller, hayatta ve aşkta yolunu arayan, buldum sandıkça kaybeden ancak inatla bir kez daha arayacak gücü kendinde bulan bir genci tüm gerçekliğiyle ortaya koyuyor.