Zorba, yeni kurulmuş bir kitabevi, İzmir’de. Orada yaşayanlar ya da Alsancak’a yolu düşenlerin yazar Özgür Çırak’la da tanışma fırsatı bulacağı bir yer. Kitabevinin uzun süredir tasarladıkları projesi olarak sunulan Kirpiğin Düşmesin Yere, geçtiğimiz günlerde Notabene Yayınları’ndan çıktı. Kitabı yayıma hazırlayan Sevda Karadağ Çırak, günümüz kadın yazarlarının kaleme aldığı on dokuz öyküyü ustalıkla bir araya getirmiş. Bu derleme kitap “Mor Öyküler” alt başlığını taşıyor. Feminizmin rengi olarak bilinen mor rengi, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı ile de simgeleşmiş hâlde. Teşekkür yazısını okuduğumuzda neden mor öyküler olduklarını anlıyoruz. Kitaptan elde edilen tüm gelirin bu vakfa bağışlanacağını öğrendiğimizde Zorba Kitabevi’nin projesi zihnimizde yüce bir yer ediniyor.

Öykülere geçmeden önce, Onur Bütün’ün Tavan Arasındaki Deli Kadın‘dan ve Sarı Duvar Kağıdı‘ndan bahsettiği “Sunuş” kısmı oldukça aydınlatıcı. Öykülerin yazarlarının da hepsi birbirinden değerli: Arzu Armağan Akkanatlı, Arzu Eylem, Arzu Uçar, Ayça Erkol, Banu Özyürek, Berna Durmaz, Çilem Dilber, Esmahan Devran İnci, Fatma Nuran Avcı, Jale Sancak, Kader Menteş Bolat, Mevsim Yenice, Neslihan Yiğitler, Nurhan Suerdem, Nilüfer Altunkaya, Semrin Şahin, Serap Üstün, Sibel Öz. Kadını, kadınlığı türlü yönlerden ele alan öyküler bunlar. Kadına şiddet ise diğerlerinden daha yoğun olarak işlenmiş. Her gün haberlerde görmekten bıktığımız, faillerine lanetler savurduğumuz olayları öykü olarak okumak çok acıtıcı. Okuduklarımız yabancı gelmiyor ne yazık ki. Tam da bu eril şiddete “dur!” demek için çoğaltmalı bu öyküleri. Unutmamak, alışmamak ve normalleştirmemek için yaşananları. Nilüfer Altunkaya’nın “Öykünün Sonu” adlı öyküsü bu düzlemde beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Öykünün sonunu biz yazıyor olsaydık keşke; şiddete uğrayan kadınları yaşatabilseydik, küçücük çocukların da babaları tarafından annesiz bırakılmasına izin vermeseydik. Tamamı bu minvalde değil öykülerin. Başka başka kadınlık hâllerine de şahit oluyoruz. “Aram Galutsyan” öyküsünde geçmişiyle olmadık bir zamanda karşılaşan bir kadına dönüyoruz yüzümüzü. “Solo Test”te baba-kız, “Bekleme Odası”nda ise anne-kız ilişkisi üzerine dalıp gidiyoruz. Bir kadının gözünde baba yıllar sonra affedilebilir mi? Bir anne yaşlı ve hasta olsa dahi, evlâdındaki sabrın sınırı nereye kadardır? Bunlarla birlikte kadın olmak sadece kadın doğmakla mı ilgilidir diye de düşündüren bir öykü mevcut ki o da Sibel Öz’ün Yokuş Yukarı İstanbul‘undan alınan “Yokuş Yukarı Taksim”. Queer edebiyata da değinmesiyle bu derleme, oldukça kapsamlı olmuş.

Yüzyıllardır kadınlara yüklenenler var bir de. Yeni bir şey değil elbette bu söylediğim. Küçük bir çocukken öğretilmeye başlanan toplumsal roller, yaşlı bir kadın olsak dahi peşimizi bırakmıyor. Nerede, neyi, nasıl yapmak / yapmamak gerektiği yıllar içinde bir mecburiyet olarak yerleşiyor zihnimize. Bu da şiddetin bir başka türü. Şiddet sadece fiziksel değil. Psikolojik şiddet de en az diğeri kadar yaygın ve ağır. Tam da bu bahsettiklerimden ötürü susuyor İzzet Bey’in karısı “İç Saatim” öyküsünde. Çocukları olmadı diye kadının kendini suçlu hissetmesi başka neden olsun yoksa? Kadınlar, bu istinat görevinden azad edilmeli bir an önce. Ne diyordu “Bin Naz”daki Binnaz: “Aslında taşıdığım bu yüklerden yakınıyor değilim. İnsanın taşıdığı yükü birine açmaktan korkmasıdır kötü olan. Yoksa herkes kendini bildi bileli mutlaka bir ağırlık taşıyor.” (s. 111)

Son zamanlarda çokça kullanılan “Kadın kadının yurdudur” cümlesini burada tekrar analım. Kitabın adının “Kirpiğin Düşmesin Yere” olması da boşuna değil elbette. Kadınların kadınlara sahip çıktığı, birbirlerine destek olduğu bir dünya mümkün. Kirpiğimizi düşürmeyelim yere, tekrar edelim bunu. En çok da kendimize hatırlatalım. Tıpkı Arzu Eylem’in “Bir Çift Gözün Masalı”nda anlattığı gibi: “Bir bakmış yine başladığı yerde… Bir daha bakmış, yanağında bir kirpik. Parmağıyla almış kirpiğini mendiline sarmış.” (s. 20) Kadınların artık tek bir kirpiği bile feda etmeye tahammülleri kalmadığından, öpelim kendimizi gözlerimizden. Kurtarıcımız, aynada gördüğümüz bir çift göz zirâ.

Nagihan Kahraman