İlhan Durusel

Özür istasyonları –basbayağı özür işte, özür dilemek gibi, “özürlü” dediği annemizin– ben şimdi kimden özür dileyeceğim? Ve kimlere özür diletmeyeceğim? Kime, kime, kime diyeceğim özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim?

Özür İstasyonu’nun merdivenleri geniş, demir kapısı ağır, açık değil ama aralık. 

Özür İstasyonunun kapısı: niyete göre >> giriş + isteğe bağlı >> çıkış. 

Onu merdivenlerde gördüğümde, yani beni bırakıp giderken, bağışla, bağışla beni, gel, gel yine, olur mu, dediğim gibi. Yine, yine aynı şeyleri dediğim gibi. Kutsal kitaptan affedilme, bağışlanma alıntıları yapabildiğim ama artık kimden özür dileyeceğini bilmeyen zavallı ben. Kimden, kimden kimden özür dileyeceğim? 

Ben artık geziyorum böyle, istasyonlar, garajlar, havaalanları, limanlar; limanlardaki balıkçı kahveleri, garajlardaki sabahçı cinnethane çayocakları. Herkes, ülkede herkes üşüyor, herkes uykulu, herkesin uykusu kaçmış (uykulu, uykusuz, hangisi doğru?) ve ben uykusuz herkesi düşündüğüm yerde, ocağa gelir bir asker, bir uzun hava söyler, özür diler, hepimizden özür diler, tahta bavulunu alır, çeker gider. Tahta bavul, en ucuz, tahtadan, cenaze levazımatı. Tabutluk. Çayocağı hemen tabutların yanında. Öleceğim hiç aklıma gelmezdi o zaman. Karşı tarafta acil servis, yanında fotokopici, burda tabutluk. Arka taraf kızlarkahvesi.

İşin garip yanı, bu bir fıkra gibi komik aslında, benim hayatımda kendilerinden yalvara yalvara özür dilemek istediğim herkes ama herkes özür diletme gecelerinde insanların önünde “özüre gerek yok arkadaşım” derlerdi “özüre gerek yok, bir daha yapmazsın, olur biter.” Kendilerinden özür dilemek istediğim sevgililerim, eski arkadaşlarım, kalplerini kırdığım öğrenciler, yarı yolda bıraktıklarım, askerde nöbet tutarken birkaç kere ölümlerine sebep olabileceğim, ölümlerine sebep olmama ramak kalmış avcı taburu piyadeleri, özür dilemek istedim onlardan, kabul etmediler, hayır dediler beşeri bir yüce gönüllülük eseri gibiydiler, öyle olduğu için benim özürümü kabul etmeyerek hâlâ benden daha yüksek bir seviyede bulduklarını ima ediyorlardı. Ben de soruyordum o zaman:

– Herkesin evinde çift kasetli teypler, televizyon, pikaplar falan bangır bangır çalarken bizim evdeki tek eğlencemiz olan transistörlü radyoyu alıp tamir ettirme bahanesiyle gidip satan ve bir daha geri getirmeyen adamdan (baba da derdik ona) mı özür dileyeyim?

– Lozan Açıkhava Sineması’nda film aralarında Cincibir gazoz satan, Cin Ali (kardeşi öğretmen lakabı Cinci Hoca), kazandığını gidip hemen Kaptanın Kahvede kumara yatıran Cin Ali, ondan mı özür dileyeyim? Ertesi sabah çiğdem kabuklarını yerlerden bizlere süpürten Hilmiye hanım, Mahmut amca, kırmızı gözlü Şahap efendiden mi özür dileyeyim?

– Ramazan gecelerinde sahurda açık bakkal, nöbetçi bakkal bulmak için bizi mahalle mahalle sokak sokak dolaştıran kendisi Betonyol’daki köşetaşına kurulup bekleyen kırbeyaz saçlarıyla tütün eksperi olduğunu iddia eden Zeus Orhan’dan mı özür dileyeyim? Onun “Votka-portakal, votka portakal bulun bana” komutunu aldığımız ramazanın sıcak gecelerinde sırtımızda tek atletle çıktığımız Kürt Mahallesi’nde, Çimentepe’de, Altınyol, Topaltı’ndaki mübarek ramazanda bize sarkıntılık eden sarhoş bakkallardan mı özür dileyeyim?

– Damlacık’taki kahvenin önünde Ford marka spor arabanın kirlibeyaz, hatta kemik-krem rengi, Ford Fairlane’in güzelliğine bakarken yanlışlıkla pırıl pırıl kromlu tamponuna dokunduk diye kahveden fırlayıp bize sille tokat girişen orospu çocuğu Söğüş Zeki, bir daha söyleyim orospu çocuğu şoför Söğüş Zeki, daha sonra bagajında insan kemikleri bulunduğunda kodesi boylayan mendebur, ondan mı özür dileyim?

– İzmir Atatürk Lisesi. Sonbahar. Yıl 1981. Sırılsıklam olmuşum. Ana bina girişinde soğuktan ellerimi ceplerime sokmuşum, ceketim yok, ayağımda bez spor ayakkabıları vıcık vıcık, kapıdan içeri giren matematik öğretmeni Ali İhsan başka hiçbir şey yapmadan doğrudan gelip ellerini cebinden niye çekmedin ulan, niye çekmedin ellerini cebinden? Saygısız küstah! diye bana tokat atmaya kalkan matematik öğretmeni Ali İhsan, bu pezevenkten mi özür dileyeyim?

Anladınız mı anlatı nereye gidiyor, nerede son bulacak bu? Ben de, ben de onlar gibi olacağım. Ben de özür diletmeyeceğim kendimden. Özür diletmeyeceğim kendimden, hiç kıymeti kalmadı, çok geç artık… mesela o bana manganın önünde tekme atıp “bir de öğretmen olcek” diyen astsubay Atilla’ya özür diletmeyeceğim. Beni elinde övünçle gezdirdiği zeytin sopasıyla döven bademli bahçedeki o güne kadar özümden çok sevdiğim ilkokul öğretmenime, ona da özür diletmeyeceğim. Başka kimlere özür diletmeyeceğim? Bisiklet kiraladığımızda iki tekerlekli bisiklet kullanamıyorum diye benimle dalga geçen Erdal-Özkan-Vural-Varol’dan müteşekkil çetenin üyelerinin hiçbirine, hiçbirine özür diletmeyeceğim — geberseler bile.

Başta hikaye gibi girdik buna ama hikaye değil bu tabii anlayan anladı, bir alegori, sembolik bir parodi bu. Kendinizi bulamadıysanız, yanlış yere baktığınız içindir, kendinizi bulduysanız, bir daha bakıp sağlamasını yapın. Belki siz değilsinizdir. Hiçbiriniz sandığınız kadar önemli değilsiniz.

– Öğretmen mi oldun deyip başta benim davranış notumu düşüren, sonra Amerikan okulunda mı öğretmensin diye sevinen, benim annem-babam da öğretmen diye aklınca durumu kurtarmaya çalışan, okulun yakınında büyükannesinin kelepir bodrum katını bana kiraya vermeye kalkan, iktisat-işletme fakültesi mezunuyum, iyiyim, emlakçı oldum, allah bereket versin diyen hanımefendiden mi özür dileyeyim? Neşter miydi adı, defter mi?

– Dayılarım, teyzelerim, kuzenlerim, babamın bütün akrabaları, halalar, amcalarım, amca çocuklarım (bilhassa onlar) “Gelsin de yüzünü göstersin bir; bir özür bile dilemedi yani” diyenlerden, onlardan mı özür dileyeyim?

– Bir de bir kız vardı Hilda mıydı, Helga mı, Avusturyalı, annesine bir likör almaya kalkmıştı hosteslerden, Delta Airlines, Cincinnati-Frankfurt, Bailey’s Irish Cream, uçakta yan koltuktaydı… kredi kartı çalınmışmış… kaybetmişmiş kredi kartını, ödeyemedi çok üzüldü; sonra biraz kıkırdadı, sırıttı, karşılık alamayınca, küstü, ağlamaya başladı, ben ödeyeyim demedim, ben öyle demediğim için uçaktan inerken şimdi tekrar edemeyeceğim çirkeflikte bir laf etti, peki tamam, söyleyin, ondan mı özür dileyeyim?

Bir tekel bayii vardı, tütün-şarap bakkalı diyelim ona, dedim ki “niye böyle oluyor, niye özür dileyemiyorum ben, niye yalvaramıyorum artık beni bağışla diye?”, “Ben ne yapayım abi ya” dedi, “ben ne yapayım? Git bari bir şarkı yaz, Selami Abi gibi bir şarkı yaz, bir şarkın olsun orada özür dileyemediğini anlattığı gibi. Ben ne yapayım abi?” Ben de gittim bir şarkı yazdım özür dilemek üzerine, özür dilemek üzerine bir şarkı, adı “özür istasyonu”. 

Sayın yolcularımız istasyonumuza hoşgeldiniz.

Buyurun, şöyle geçin, herkese hususi birer rakam verildi, herkesin hanesi belli, yeri işaretli, birler, onlar, yüzler, binler, onbinler, yüzbinler, milyonlar, milyonlar, milyonlar, milyonlar…

İlhan Durusel