Velibor Çoliç’in Sürgün Rehberi adlı romanı Livera Yayınevi tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Suat Başar Çağlan ile konuştuk.

Sürgün Rehberi’ni çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Livera Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni Kerem Işık ile 2017 yılında başka bir yayınevi girişimi için Çoliç’in “Hıdırellez” romanını hazırlamaya karar vermiştik. Sonrasında o plan gerçekleşmedi ama kitap ve yazar aklımızın bir köşesinde kaldı. Dört yıl sonra Livera kurulunca ilk kitabı da “Hıdırellez” oldu.

“Hıdırellez” epey olumlu karşılandı. 20. yüzyıl boyunca Roman halkına yapılan zulmün tarihini, Balkanlara has ve bize oldukça tanıdık gelen bir üslupla anlatıyordu. “Sürgün Rehberi” olay örgüsü ve karakterler açısından değilse de perspektif bakımından onun devamı sayılabilir. Savaş ve göç, özellikle de mültecilik üzerinden 21. yüzyıla doğru uzanıyor.

Livera Yayınevi genellikle görece edebiyatın taşrasında kalmış ülkelerden, hayatta olan yazarların metinlerine yoğunlaşıyor. “Sürgün Rehberi” hem bu şartları karşılaması hem de güncel bir meseleyi ele alması bakımından yayın politikasıyla da uyumluydu.

Suat Başar Çağlan

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Galatasaray Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Sonrasında Ege Üniversitesi Bizans Sanatı programında yüksek lisans yaptım. Çeviriye üniversitede okurken hem edebiyata düşkünlüğümden hem de yarı bilinçli denebilecek bir meslek edinme umuduyla başladım. Bitirme tezlerim de sırasıyla Oblomovluk ve Bizans edebiyatı üzerineydi.

İlk zamanlarda edebiyat dergilerine İngilizce ve Fransızcadan makale ve şiir çevirileri yaptım. Devamında serbest çevirmenliğe geçtim. Uzun yıllar bir yandan bürolara “düz” çeviri yapmaya, bir yandan da imkan buldukça yayınevleriyle edebi çevirileri sürdürmeye çalıştım. Şu an bir gazetede uzaktan tam zamanlı çevirmen olarak çalışıyorum. Bu sayede kitap çevirisinde seçici davranma şansı bulabiliyorum.

Sayıca fazla olmasa da çok farklı türde metinler karşıma çıktı. İngilizce ve Fransızcadan mitoloji, felsefe, biyografi kitapları, öykü ve roman çevirilerinin yanı sıra Türkçeden İngilizceye çevirdiğim felsefe ve sanat tarihi kitapları oldu.

Evden çalışmayı belli bir disipline oturtmadan yürütmek zor olduğundan çalışma saatlerine olabildiğince sadık kalıyorum. Elbette yoğun dönemlerde geceleri ve hafta sonları da çalıştığım oluyor.

Sürgün Rehberi’nin çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Kitabın yayınlanmasına 2023 yılı başlarında karar verildi. Çevirisi mayısta başlayıp eylül sonunda bitti. Yıl sonunda okurla buluştu.

Yazarın dili ve üslubu tanıdık olduğu için teknik açıdan büyük zorluklar olmadı. Bu da Türkçe metnin istediğimiz kıvama gelmesi için daha fazla uğraşma ve oynama imkanı verdi. Açıkçası en çok keyif aldığım kısmı da bu.

Bu kitaptan bağımsız olarak, zorluklar daha ziyade mesleğin içine işlemiş, normal değilken normal sayılan bazı özelliklerinden kaynaklanıyor. Edebi çeviri Türkiye’de çoğunlukla hobi olarak, neredeyse hayrına veya çevirmenin ister naif ister bencil sayılabilecek “yarına kalsın” duygusuyla yapılıyor. Bu yüzden birçok kişi için yan uğraş olarak kalıyor. Çalışmak zorunda olan birinin tam zamanlı edebi çeviri pratiğini sürdürmesi maalesef kolay değil.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Velibor Çoliç? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Çoliç’in Türkçede yayınlanmış metinlerini biliyordum ama okuduğum ilk kitabı “Hıdırellez” oldu ve ironik bakışı beni fazlasıyla etkiledi. 20. yüzyıl tarihini farklı bir açıdan ele alması da cazip geldi.

Çoliç bugün 59 yaşında. Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Fransa’ya iltica etmiş bir yazar. Bu deneyim ve dil zenginliğinin getirdiği bir orijinalliği var. Türkiye’de karşılık bulması sürpriz değil.

Velibor Çoliç orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Sanıyorum Jacques Derrida’yla ilgili bir anekdot anlatılırdı. Dil üzerinden üstünlük kurmamak, asimetrik bir diyalog yaratmamak için Fransız olmayanlarla Fransızca konuşmazmış. Bosna doğumlu Çoliç’in çevirmen için en ilginç özelliklerinden biri, anadilinde yazmaması.

Bu durum yazar ile çevirmen arasındaki hiyerarşiyi epeyce siliyor ve yapay da olsa bir eşitlik duygusu getiriyor. Hatta Bosna ile Türkiye arasındaki kültürel yakınlık sebebiyle “ara dil” olan Fransızcayı aşan bazı sıçramaları yakalayabiliyorsunuz. Kast ettiği şeyin Fransızcadan ziyade Türkçede karşılığı olduğunu fark edince rahatlayıp seviniyorsunuz.

Üslup olarak iki kitabın ortak ve ayrılan yanları vardı. Çoliç monolit değil zaman zaman eklektizme varabilecek, postmodern olmaya yakın metinler yazıyor. Eserlerinde roman geleneğinden ziyade sözlü kültür geleneğinden geldiğini hissettiren bir ton var. Hem bu yüzden hem de belki anadilinde yazmadığı için genellikle kısa cümleleri tercih ediyor.

En çok öne çıkan özelliği ise trajik olaylara ironik bakışı. Savaş görmüş biri olmasının etkisi belli ki büyük.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir öykü ya da bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

“Sürgün Rehberi” Yugoslavya’daki iç savaş sonrası ülkesinden ayrılıp Fransa’ya gelen bir yazarın hikayesini anlatıyor. Dolayısıyla içinde bolca otobiyografik öğe var.

Kitabın alt başlığını da oluşturan “sürgünde hayatta kalmak için dersler” temalı sözde cingözlükler ve Aslan Asker Şvayk’ı andıran savaş anekdotları, sahiciliği ve saçmalığı bir araya getirdiği için değerliydi.

Sanırım en iyi kısım ise edebiyat sektörüyle veya genel anlamda kültür endüstrisiyle dalga geçtiği imza günleri ve konuşmacı yazar ve felsefeci parodileriydi.

Ayrıca kitapların sonunu hiç hatırlayamayan biri olarak “Sürgün Rehberi” romanının oldukça iyi yazılmış ve akılda kalıcı bir finali olduğunu söyleyebilirim.