“Asfalt Yol” Sabahattin Ali’nin 1943 tarihli dördüncü öykü kitabı Yeni Dünya’nın açılış öyküsüdür. “Bir köy öğretmeninin notlarından” üst başlığıyla basılan öykü, ismi verilmeyen bir Anadolu köyüne tayin olan öğretmenin bakış açısıyla yazılmıştır. Olay örgüsünün ilk iki sayfası, uzun bir yolculuktan sonra köye ulaşan öğretmenin ilk kez gördüğü bu yerle ilgili izlenimlerini içerir. Öykü kurgusunun mekân tanıtımıyla başlaması, mekânın öyküde önemli bir çatışma unsuru olarak karşımıza çıkacağına işarettir.

İsmini bilmediğimiz erkek anlatıcı, ilk görev yerine dair hissettiklerini paylaşırken karamsar bir tablo çizer ve kendisinin de köy kökenli olduğunu söylemesine rağmen “kül rengi bir kerpiç yığını” olarak nitelediği köyü olumsuz vasıflarıyla tanıtır. Görme ve koklama duyularının etkisi altındaki anlatıcı, akşam çökmeye başlarken köyün ıssızlığı karşısında bunalır ve köyde tezek, gübre, ter karışımı bir koku duyduğundan bahseder. “Dünyada hiçbir koku beni bu kadar saramamış, kafamdan birbiri arkasına bu kadar çok hatıralar yuvarlayıp geçirmemiştir”[1] diye düşünen anlatıcı, kokuların bellekte bıraktığı izleri hatırlar. Ayrıca bu cümle, olay örgüsü boyunca göreceğimiz üzere onun köy ve köylüler karşısındaki ikircikli durumunu yansıtır. Nitekim hem köyün kötü koktuğundan yakınır hem de bu kokuların onda derin izler bıraktığını dile getirir.

Köye dair ikinci izlenimse köye ulaşmanın zorluğuyla ilgilidir. Yolculuğun kötü şartlarda geçmesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında Anadolu köylerine gitmenin ne kadar güç olduğunu gösterir. Sabahattin Ali’nin bazı öykülerinde kentten köye yorucu ve bunaltıcı yolculuklar yapan kişilerle karşılaşırız. Köyden kente gidiş ise neredeyse imkânsız bir durumdur.

Olay örgüsünün bu şekilde uzun bir mekân tasviriyle başlaması Sabahattin Ali’nin birçok öyküsünde karşılaştığımız bir unsurdur. Bu mekân, Ali’nin sanat anlayışına uygun olarak çoğunlukla taşradır ve Ekrem Işın’ın[2] belirttiği gibi “[t]aşranın insan öğüten iç düzeni, bunu rasyonalize eden etik yapısı, Sabahattin Ali’nin metinlerinde kurguyu oluşturan ana eksendi[r]. Öykücülüğümüzde taşra hikâyeleri Refik Halit Karay ve Reşat Nuri Güntekin’in öncülüğünde edebiyatımıza girdikten sonra özellikle 1930’lardan itibaren Memduh Şevket Esendal, Sadri Ertem, Fahri Celalettin Göktulga, Bekir Sıtkı Kunt, İlhan Tarus ve Sabahattin Ali ile devam eder. Sadri Ertem ve Sabahattin Ali’nin diğer yazarların aksine eleştirel gerçekçi değil, toplumcu gerçekçi olmaları, taşra hayatını ekonomik ilişkiler ve sınıf farkı çerçevesinde ele almalarını sağlar. Bu bağlamda Sabahattin Ali’nin öyküleri edebiyatımızda önemli bir boşluğu doldurmuştur. Yoksulluk, devlet-birey çatışması, bürokrasi eleştirisi, devlet korkusu ve taşradaki kadınların ezilmişliği Ali’nin taşra anlatılarının temel izleklerindendir.

Sabahattin Ali’nin çeşitli öykülerinde taşraya dair söylediklerini birleştirdiğimizde 1930 ve 40’lı yılların panoraması çıkacaktır karşımıza. Bu bağlamda yeniden “Asfalt Yol”a dönecek olursak, anlatıcı köye ulaşır ulaşmaz kahvedeki ihtiyarlardan köy okulunun kapalı olduğunu öğrenir. Harmanlar henüz kaldırılmadığı için çocuklar tarladadır. Öykünün yazılış tarihi 1936 olduğuna göre, o yılların köy ortamında eğitimin hangi koşullarda yapıldığını bu bilgiden anlamak mümkündür. Bu sebeple öyküyü değerlendirirken dönemin sosyo-ekonomik şartlarını baz almamız gerektiği zihnimizin bir köşesinde yer etmelidir.

Yolculuğa ait detayların paylaşıldığı kısımdan sonra öğretmen, köydeki ilk icraatlarından söz eder. Çocukları okula çağırıp derslere başlaması zor olmamıştır; ancak bir görevi daha vardır öğretmenin: köy halkını eğitmek. Böylece idealist bir öğretmen tipine döner karakterimiz. Örneğin köylülere Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nu anlatarak kanun diye bir kavramdan bahseder. Bu noktada Sabahattin Ali’nin bağlı olduğu toplumcu gerçekçi sanat anlayışının kodlarıyla karşılaşmaya başlarız öyküde. Bunun ilk belirleyeni ezen-ezilen ilişkisidir kuşkusuz. Devlet otoritesi altında ezilen köylü, kendisini ezene (devlete) karşı sesini çıkarmak için “kurtarıcı figür”üne ihtiyaç duyar. Toplumcu gerçekçi eserlerde bu figür, çoğunlukla öğretmen, kaymakam ya da başka bir bürokrattır ve köye/kasabaya dışarıdan gelir. Eğitimlidir ve köylünün sahip olmadığı bir farkındalık düzeyine ulaşmıştır. Dolayısıyla “Asfalt Yol”un başında öğretmen, her ne kadar yabancı bir yere gitmediği hissine kapıldığını söylese de gerçek böyle değildir. Çünkü o “okumuş” bir köylüdür ve hangi köye giderse gitsin yabancı kalacaktır.

Öğretmenin köylülerle ilişkisini anlattığı kısım, başlangıçtaki nota istinaden günlük şeklinde yazılmıştır. “Şimdilik hiçbir şeyden şikâyetçi değilim. Yalnız bir yol meselesi var ki, bunu kendime iş edindim ve aylardır uğraşıyorum” (s.13) diyen anlatıcı, öyküdeki asıl çatışma unsurunu başlatan konuyu açık ederek yol sorununa değinir. Köyün yolu çok bozuktur ve köyden vilayete gitmek tam bir işkence hâlini alır. Üstelik vilayet merkezini altmış kilometre uzaktaki demiryoluna bağlayan tek yol da budur. Ancak ne hikmetse şartları iyileştirmek kimsenin aklına gelmemiştir. Sabahattin Ali, yolun durumunu anlatırken kullandığı ifadelerle bürokrasiyi eleştirir: “Herhalde daha mühim işler bunun yapılmasını bu kadar geri bırakmış…”, “Uzun istidaları hükümet memurları pek okumazlar diye, her fikrimi ayrı bir istidaya yazarak bunları ayrı ayrı köylerden verdirdim” (s.13). Dönemin taşra anlatılarının hemen hemen hepsinde yer alan bu tarz ifadeler, bürokrasinin köylülerin aleyhine işlediğini örnekler.

Öğretmenin yolun yapılması için uğraşması ve köylüleri bu konuda uyarması maarif müdürünün eleştirisine neden olur. Çünkü devlet gücünü temsil eden bürokratlara göre köylülerin “kanun” bilmeleri gerekmez. Üstelik öğretmenin, köylülerin gözünü açmasına, onları “aydınlatmasına” ihtiyaç yoktur. Öğretmen kendi işine bakmalıdır. Maarif müdürüyle öğretmen arasındaki bu çatışma, taşrada halkın yanında olmaya çalışan aydınla, halkı sömürmek için elinden geleni yapan “sözde aydın”ın karşılaşmasına işarettir. Bu ikili çatışmayı, Ali’nin birçok öyküsünde görmek mümkündür.

Sabahattin Ali

Bürokrasi eleştirisi, anlatıcının verilen dilekçenin işleme girme sırasının uzunluğundan yakınmasıyla devam eder. Buradaki eleştirel söylem, Sabahattin Ali öykücülüğünün başat unsurlarındandır. Üstelik bu eleştiriden köylüler de nasibini alır; çünkü köylüler dilekçe yazma konusunda emin olamamıştır. Devlete işleri düşmesinden korktukları için isteksiz davranırlar. Öğretmenin çabasına karşın yol meselesinde olumlu sonuç alamayacaklarını düşünürler. Böylece köylülerle öğretmen arasında iletişim kopukluğu yaşanmaya başlar. Köylüdeki ataleti görünce hayrete düşen öğretmen onlar için “pek ölü mahluklar” (s.14) ifadesini kullanmaktan geri durmayacaktır. Halbuki, öykünün başlangıcında kendisi de köylü olduğundan ve köylüleri iyi tanıdığından söz etmişti. Ancak yol meselesi gündeme gelince köylülerden ne kadar farklı olduğunu hissedecektir.

Bu farklılık hâli, Sabahattin Ali’nin hem öykü hem de romanlarında sıkça tanık olduğumuz bir durumdur. Örneğin Yeni Dünya’da yer alan “Isıtmak İçin”, “Selam” ve Kağnı’daki “Bir Skandal” öykülerinde şehre ya da kasabaya dışarıdan gelen yabancı, içeriyi anlamaya çalışırken sürekli olarak farklılıklarını vurgular ve kendini bir türlü oraya ait hissedemez. Zaten kasaba ya da taşra gibi küçük yerler de farklı olanı barındırmaya yanaşmaz. “Selam”da Bursa’daki bir kasabaya dışarıdan gelen bir kumpanya, kasabanın havasını değiştirir; ancak kasabadaki kapalı toplum, dışarıdan gelene, yabancı olana bir müddet merak sarsa da nihayetinde onu bünyesinden atar.

“Asfalt Yol”u bu bilgiyle okursak, öykünün nasıl sona ereceğini tahmin edebiliriz aslında. Olay örgüsü ilerlerken yolla ilgili bir gelişme yaşanmaz ve öğretmen gittikçe umutsuzluğa kapılır. Hatta uzaktan bozuk yolu izlediği bir gün tekniğin ilerleyişi karşısında yoksunluk içinde kalmaya isyan eder ve defterine şunları yazar:

“Bu o kadar üzücü bir manzara ki, tekniğin en son ifadelerinden biri olan bu makineyle dünyanın bu en iptidai yolunun mücadelesini görmemek için insan gözlerini kapıyor. Bazen koşup yolu avuçlarımla düzeltmek, orada hiç olmazsa beş-on metrelik bir yeri bir “yol” haline koyarak kendi hisseme düşen vazifeyi yapmış olmak istiyorum” (s.15).

Öğretmenin “yolu avuçlarıyla düzeltmek” istediğini söylemesi okurda çarpıcı bir etki yaratır.

Öğretmenin çaresizliği had safhaya ulaşmışken birdenbire yol yapılacağı haberi duyulur köyde. Çünkü şehre devlet “büyüklerinden” biri gelmiş ve kötü yoldan geçmek zorunda kalmıştır. Bu büyüğe yaranmak isteyen vali, hemen asfalt yol çalışmalarına başlanacağını duyurur ve bu gelişme, vilayette büyük ses getirir. Yol meselesini gündeme ilk getiren öğretmen de köylülerin gözdesi oluverir. Köylülerle yakınlaşma sonrasında notlarına “Bizim köylülerin insana muamele edişi zaten barometre gibi” (s.15) diye yazması öğretmenin köylülere dair pek de olumlu hisler beslemediğinin başka bir kanıtıdır.

Kısa zaman atlamalarıyla ilerleyen olay örgüsünün bundan sonraki kısmı yol yapımıyla ilgili bilgilere ayrılmıştır. Örneğin vali, para bulmak için Ankara’ya kadar gider. Sabahattin Ali ayrıca, yol yapımında çalışan işçilerin çalışma koşullarının zorluğunu da gözler önüne serer:

“Yol ilerliyor, bizim köye ayrılan köşede de hararetli çalışmalar var. Silindirler gelip gidiyor ve alacalı bulacalı bir sürü köylü, amele karıncalar gibi çalışıyor. Bu çalışma akşam geç vakte kadar sürüyor, sonra kenardaki çadırlara çekilip yatıyorlar. Amelenin çoğu açıkta yatıyor. Müteahhit çadır yetiştirememiş. Şafakla beraber tekrar faaliyet başlıyor. Bizim köyden de amele yazılanlar var. Beş-on kuruş kazanıp vergi borcunu ödeyecekler. Bunlar geceleri köye dönüyorlar; ama pek bitkin bir halde. Müteahhidin başlarına diktiği memur ekmek yemek için bile on dakika zor izin veriyormuş” (s. 16-17).

Nihayet yol yapımı tamamlanır ve açılış günü gelir. Öğretmen o günü hayatının en mutlu günü olarak nitelese de devlet erkânının katıldığı seremoni beklenen etkiyi yaratmaz. Çünkü “Cumhuriyet, bayındırlık… Rehberlerimiz… Her şey halk için” (s. 18) sloganları havada uçuşsa da gerçek böyle değildir. Çünkü yol, köylülerin ihtiyaçları gözetilerek yapılmamıştır. Üstelik köylüler, törende geri planda dururlar, kutlamaya katılmazlar. Burada köylü-devlet çatışması üst noktaya ulaşırken cumhuriyet rejiminin halkçı politikalarının halka yeteri kadar ulaşamadığı veya halkın yaşama koşullarını iyileştirme iddiasını yerine getiremediği de gösterilmiş olur Sabahattin Ali tarafından.

Aradan on gün geçtikten sonra asfalt yolun kağnı ve öküz arabalarının geçişine uygun olmadığı anlaşılır ve vilayet yetkilileri lastik tekerlekli olmayan nakil vasıtalarının yoldan geçmelerini yasaklayan bir karar alır. Böylece istasyona gitmek isteyenler, bölgenin coğrafi şartları gereği çok daha uzun bir yolu kat etmek zorunda kalacaklardır. Üstüne üstlük yol, eskisinden altı saat fazla sürecektir. Köylüler, bu durumun sorumlusu olarak gördükleri öğretmene kötü muamele etmeye başlarlar. Hatta muhtar, öğretmeni köyden gitmesi için uyarır. Köylü, devlet otoritesine karşı çıkamayacağına göre, kendine başka bir suçlu bulur: O da öğretmendir. Durumu tevekkülle karşılıyormuş gibi görünse de sonuç, öğretmen için tam bir hüsrandır ve yenilgiyi kabul ederek tıpkı köye geldiği gibi akşam vakti köyü terk eder. Öykünün sonunda en başındaki tasvir kısmında gördüğümüz üzere yine koku duyusu atmosfere hâkim olur. Öğretmen, “keskin gübre kokularını ve tezek dumanlarını” arkasında bırakarak köyden çıkar. Yolun açılacağını duyduğunda kendini “muzaffer bir kumandan” gibi hissetmişse de sonunda mutlak bir yalnızlık ve yabancılaşma yaşar. Köylülerin yaşam koşullarını düzeltmek uğrunda bir adım atmış, ancak neticede işler ters gidince bizzat köylüler tarafından dışlanmıştır. Burada en somut hâliyle karşılaştığımız yabancılaşma olgusu, Sabahattin Ali yazınında çok temel bir izlektir.

“Asfalt Yol” öyküsünün dil ve anlatım tekniklerine baktığımızda tipik bir Sabahattin Ali öyküsüyle karşılaştığımızı söylemek mümkün. Modern hikâyeciliğimizin kurucu yazarlarından olan Ali; serim-düğüm-çözüm bölümlerini rahatlıkla takip edebildiğimiz, tahkiyeye dayalı olay öyküleri kurgulamıştır. Başından sonuna hikâye akışı bellidir. Bu öyküde yer verdiği kimi sözcüklerle (nafıa, vilayet, istida, ibtidai, belagat, maarif) günümüzde pek karşılaşmasak da öykü dili, kendi dönemine göre sadedir. Dili çoğunlukla göndergesel işleviyle kullanır.

Sabahattin Ali’nin ben-anlatıcının ağzından yazdığı kimi öykülerinde otobiyografik izlere rastlanır. Kendisi de uzun müddet taşrada yaşayan ve öğretmenlik yapan Ali, eserlerinde kendi izlenim ve tanıklıklarından faydalanmıştır. Bu nedenle öykülerinin çoğu, “Asfalt Yol”da olduğu gibi tahmin edilebilir bir şekilde sonlanır. Bu da bize yüreği insan sevgisiyle dolu olmasına rağmen, Sabahattin Ali’nin köylülerle aydın kişilerin arasındaki uzaklığın yok edilebileceği konusunda pek iyimser bir yazar olmadığını gösterir. Taşra, her zaman yoksulluk ve yoksunluğa mahkûm bir mekândır onda.

Sabahattin Ali, öykülerini devlet-birey, birey-toplum, insan-doğa çatışmaları ekseninde kurgular. İlk öykü kitabı Değirmen’de (1935) özellikle Alman romantiklerinden etkilenerek romantik bir bakış açısına sahip olsa da Kağnı’yla (1936) başlayıp Ses (1937), Yeni Dünya (1943) ve Sırça Köşk’le devam eden (1947) süreçte oldukça gerçekçi bir öykü evreni yaratır. “Asfalt Yol”u değerlendirirken kimi özelliklerini sıraladığım üzere toplumcu gerçekçi edebiyatın klasik şablonlarını kullanır. Bu anlamda yazdıkları arasında bir bütünlük vardır.

Peki yazılmasının üzerinden 80 yıldan fazla zaman geçmiş olan bu öyküyü hâlâ güncelliğini koruyan bir eser olarak okumamızın nedeni ne? İşte bunun üzerine düşünmek Sabahattin Ali’nin neden çağları aşan bir yazar olduğu gerçeğine götürecektir bizi. Bir kere yoksul insanlar dünyanın birçok ülkesinde sömürülmeye devam ediyor. Hatta zenginler, zenginliklerini katlarken yoksulların ekonomik şartları gittikçe kötüleşiyor, aradaki makas açılıyor. Yolu, suyu, elektriği, okulu olmayan köyler var hâlen ülkemizde. Gerçekleri tüm çıplaklığıyla görüp sessiz kalmayan idealist öğretmenlerin sayısı azalıyor belki ama “İnsanın insanı sömürmesi / Rezilliğin dik âlâsı demesini”[3] bilen insanlar da varlığını sürdürüyor. Uzaya gitmeyi, yapay zekânın yapabileceklerini, akıl almaz bilimsel ve teknolojik gelişmeleri gündeminin ilk sırasına yerleştiren insan uygarlığı; iş, baskı ve otoriteye karşı mücadele etmeye gelince sınıfta kalmaya mahkûm olsa bile direnmeye devam ediyor. Dünya döndükçe köye gelen “büyükler” de olacak, onun gözüne girmeye çalışan valiler de, öğretmeni köyden kovan köylüler de. Ancak öğretmenler de orada olacak. Sonunda köyü bırakıp gitmek zorunda kalsalar da olacaklar. Umutla, inatla! Çünkü Hülya Soyşekerci’nin[4] ifadesiyle söylersek “edebiyatımızın vicdanını oluşturan” Sabahattin Ali gibi yazarlarımız var. Kalleş bir kurşuna yenilmeyen, üstelik eserleriyle hep yaşayan!

Sibel Yılmaz


[1] Sabahattin Ali, Yeni Dünya, (2. Baskı), Can Yayınları, İstanbul, 2019, s. 12.

[2] Ekrem Işın, “Bir Memleket Edebiyatçısı Sabahattin Ali”, Notos, Nisan-Mayıs 2013, s. 55-58.

[3] Bedri Rahmi Eyüboğlu, “Üç Dil” şiiri. Bak.: Dol Karabakır Dol: Bütün Şiirleri (12. Baskı), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011, s. 257-258.

[4] Hülya Soyşekerci, “Öykücülüğümüzde Vicdanın Sesi,” Notos, Nisan-Mayıs 2013, s. 49-54.