Ankara’da Çankaya Belediyesi’nin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Eşitlik ve Farkındalık Ayı etkinlikleri kapsamında “şişini, örgünü kap gel!” çağrısı yaptığı yazıyordu önüme düşen haberde. “İlmek İlmek Toplumsal Cinsiyet Eşitliği / Şişini Örgünü Kap Gel!” etkinliği için kadınlara çağrı yapılmıştı. Davete icabet eden kadınlar belirlenen örnek motifi hep birlikte örmüş birleştirmiş, kolektif amaçları için çalışmışlardı. Birlikte yapacakları battaniyeler deprem bölgelerine gönderilecekti. Tam bir dayanışma örneği. Aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sosyal ve ekonomik yönüne de dikkat çekilerek farkındalık amaçlanmıştı. Birbirini tanımayan kadınlar, tanımadıkları başka kadınlara destek olabilmek için iyi bildikleri bir işi yapmış, rengârenk motifleri bir araya getirerek minik battaniyelere dönüştürmüşlerdi. Dayanışmanın mutluluk veren gülümsemesi fotoğraflardaki yüzleri aydınlatıyordu.

Bir de panel düzenlenmişti: Doku’narak Yeni Bir Düşünmeye Doğru. Birkaç ay önce bu paneli İzmir’de izleme şansım olmuştu. İzmir Tekstil Bienali’nin yan etkinliği olarak tasarlanmış panelde Asuman Susam’ın moderatörlüğünde Aksu Bora, Sibel Yardımcı ve Bediz Yılmaz konuşmuşlardı. Dört güzel kadın ilmeklerle, bağlarla, dikişlerle dünyalar ören kadınları, yapılan üretimler yoluyla doku(n)mayı, hissetmeyi, düşünmeyi anlatmıştı. Kumaşların, iplerin, ilmeklerin, dikişlerin bize nasıl ilham olabileceğini sorgulamışlar ve çoğunluğu kadın olan izleyicilerin soruları ve katkıları ile de içimizde bir yerlere dokunmuşlardı. Bu kez bir eksik ile gerçekleşen panelde kim bilir hangi güzel yürekli kadınlara, nasıl dokundular?

“İlmek İlmek Toplumsal Cinsiyet Eşitliği / Şişini Örgünü Kap Gel!” etkinliğinden bir kare (Kaynak: Çankaya Belediyesi Twitter hesabı)

Dokundukları yerde hangi kapılar açıldı bilmiyorum ama beni kadınların evlerde, kabul günlerinde sosyalleştikleri, çantalarında taşıdıkları işlerini de beraberlerinde gezdirdikleri zamanlara götürdü. Şişlerle, tığ ile yapılan el örgüleri, danteller, bir kasnağa gerilen kumaş üzerine yapılan kanaviçeler geldi gözümün önüne. Genç kızların, orta yaşlı kadınların bol motifli, desenli örgülerle hünerlerini sergilediği, gençliğinde bu işleri çoktan hatmetmiş yaşlıların da atkı, bere, patik gibi her zaman ihtiyaç olan şeyleri seri üretime bağladıkları ürünler canlandı hafızamda. Kabul gününde görücüye çıkardıkları kişisel koleksiyonlarının bir parçasını aslında çok sıradan bir şeymiş gibi sergilediklerini, isteyene örnek verdiklerini, hatta orada bizzat göstererek ne kadar becerikli olduklarının sessiz duyurusunu yaptıklarını hatırladım gülümseyerek. Sosyalleşmek kavramı henüz hayatımıza girmemişti. Kadınlar arkadaşları ile evlerde bir araya gelebiliyorlardı. Dışarıda buluşmak, bir kafede oturup kahve içmek ya da bir restoranda yemeğe gitmek genellikle bir erkek ile birlikte yapılabilecek aktivitelerdendi. Ve bu durum çoğunluk için normaldi. Çünkü bir kadının yapabileceği ve yapamayacağı şeyler toplum tarafından belirlenmişti. Medeni Kanun ile tanımlanmış hakları vardı ama gerçekte eşit değillerdi.

Gençlik yıllarımda sadece dersler, kitaplar ile ilgilenip üniversite hayali kurduğum için örgü örmeyi, okumayı tercih etmeyenlerin işi olarak görürdüm. Annem ve babam terzilikten anladığı ve evde daima bir dikiş faaliyeti olduğu için elim iğne tutmaya yatkındı. Ayrıca ortaokul yıllarında ev ekonomisi dersi almıştık. (Bir zamanlar kızlar “Ev Ekonomisi” erkekler de “İş ve Teknik” eğitimi dersleri alırdı. Hangi dersi alacağımızı cinsiyetimiz belirliyordu ve bunu sorgulamak yerine bekleneni yapıyorduk sanırım. Örgü, dantel örmüş, dikiş dikmiş, nakış işlemiş, hatta yemek bile yapmıştık bu derslerde. Bizi toplumun bizim için öngördüğü role hazırlıyor, kadın olmayı öğretiyorlardı.) Biliyordum ama yapmak zorunda değildim. İstediğim çeyiz yapmak değil, okuduğum ve sahip olduğum kitap sayısını çoğaltmaktı. Yine de sırf yapamayacağımı iddia ettikleri için dantel örmüşlüğüm de oldu. İddiayı kazandıktan sonra tığı, anneannemden kalan kutunun içine diğer tığların ve artan rengarenk iplerin, yumakların arasına kaldırdım. Kapattığım yerde annemin göz nuru dantel örtüleriyle aynı rüyaları görmüşler midir? Bilmiyorum. (Ki o danteller sadece annem evime geldiği zaman, o mutlu olsun diye çıktı ortaya.)

Anneannem iğne oyaları yapardı; kırmızı, beyaz, pembe güller, mor sümbüller, yemyeşil yapraklarla süslerdi örtüleri, fularları, hatta peçetelerin kenarlarını. Tırnak diplerinin delik deşik olduğunu hatırlıyorum. Emekli maaşı yoktu, kimseye muhtaç olmak istemez, geçinmek için durmadan örer, aldığı siparişleri yetiştirmeye çalışırdı. Onca zorluğa rağmen tüm torunlarının çeyizlerine koyacakları nadide parçalar yapmıştı. Yıllarca dokunmadım, kullanmaya kıyamadım. Yıkanırsa kolaları bozulacak ve bir daha asla anneannemin yaptığı gibi olmayacaklar diye korktum. Zarar görmesinler diye sakladım onları, tozlanmasınlar diye koyduğum kutuların içinde. Kutular çekmecelerin derinlerinde, anıları karanlıkta bir yerlerde kaldı.

Meğer derin bir kış uykusuna yatırmışım hepsini. Panelde konuşmacıları dinlerken fark ettim ki özenle saklamak değilmiş marifet. Kullanmak, göz önünde tutmak, dillendirdiklerini anlamak, anlattıklarını düşünmekmiş doğru olan. Kullandıkça, dokundukça hissetmek, anılarını yaşatmak, geçmiş ile bağlantı kurabilmeyi başarabilmekmiş asıl olan.

Konuşmacıların ördükleri zincirlerle birbirlerine bağladıkları sözcükler, hafıza kuyumuza sarkıtılmış iplere dönüştü. İplerden en renklisine tutundum. Kuyunun dibinden beraberimde getirdiğim, yıllardır sımsıkı kapattığım, üzerinde çiçekler ve zarif bir kadın resmi çizili, yeşil teneke kutuyu açtım. Ganimetlerime bakıyorum. Rengârenk ipliklerin arasında yatan her biri farklı numaralardaki tığlar. Belki de şimdi onları kış uykularından uyandırma vaktidir. Osteoporozun erozyona uğrattığı parmaklarım artık bu tür işler için uygun olmasa da iplere hayat verecek hünerli eller bulmak zor olmayacaktır.

Kabul günlerinin altın günlerine evrildiği günümüzde toplanmalar dışarıda yapıldığı için kimse beraberinde el işlerini taşımıyor. Hâlâ evlerde yapılan toplantılarda da örgü modeli paylaşımlarının neredeyse hiç yapılmadığını düşünüyorum. Artık her şeye çare internet var. Sosyal paylaşım platformlarında herkes istediği her şeyi bulabiliyor. Nasıl yapıldığını öğrenmek isteyenlerin uygulamalı bir video seyretmesi yeterli. Yapamıyorsanız da sorun değil, beğendiğiniz şeyi yapıp satan birilerini mutlaka bulursunuz. Burası büyük bir pazar.

Yine de kadınların bir araya gelerek küçük tezgâhlarda el emeklerini sergiledikleri, ürünlerini satarak geçimlerini sağlamaya çalıştıkları pazarları, sivil toplum kuruluşları, dernekler yararına düzenlenen kermesleri ayrı tutmak gerek. Dayanışma ruhunu canlı tutan kermeslerde yapılan satışlar kimi zaman kız çocuklarına, kimi zaman hasta çocuklara, bazen felaketzedelere, illa ki ihtiyaç sahiplerine umut oluyor. Söz konusu yardım olunca nereye, kime gideceğinin önemi kalmasa da en çok çocuklar için örmeyi seviyor kadınlar. Kışa yenilmesinler, üşümesinler diye ördükleri eldiven, atkı, berelerin içine sevgilerini de koyup gönderiyorlar.

Şişini, örgüsünü kapıp giden, aynı motifi örerken bir bütünün parçası olan, faydalı olabilmek için zaman ve emek harcayan, yaptığı işe kendi rengini katarak “Ben varım!” diyen, eşitlik için mücadele eden kadınlara selam olsun.

Hafıza kuyumuza rengârenk ipler sarkıtan güzel kadınlar iyi ki varlar.

Selma Tonay Elhan