Merkez üssü Kahramanmaraş olan depremle sadece belirli bir bölge değil Türkiye’nin de devasa bir yanı sarsıldı, yıkıldı. Enkaz altında kalan binlerce insanın ve onların ardı sıra ağlayan milyonların çığlığı hafızalarımıza kazındı. Günler sonra hâlâ insanlar enkaz altında kalan canlarının peşinde çaresiz, ne yapacaklarını bilmez bir halde, ne olacağını bekliyorlar.

“Hafızasını Kaybeden Kent Antep” kitabının yazarı Murad Uçaner Antep’i bilen, tanıyan, orada yaşayan biri. Geçmişten günümüze Antep hakkında, resmi tarihin dışında çalışmalar yürüten ve geniş kitlelere kentin gerçek tarihini anlatan bir yazar aynı zamanda.

Kadir Işık

Depremin olduğu saatlerde neredeydiniz, bize o karanlık gecede neler yaşadığınızı anlatır mısınız?

İlk iki sarsıntıda, saat 04:17’deki depremde evdeyim. Uyanıktım ve kitap okuyordum. Sarsıntıyı ilk hissettiğimde üç beş saniyede geçer diye düşündüm, önemsemedim. Fakat sarsıntı bitmek bilmedi. Yatak, odadaki eşyalar, oda sağa sola gidip gelmeye devam etti. Yaşadığım binanın sağlamlığına güveniyordum. 1970 yılında inşa edilmişti. Yerimden kıpırdamadım. İlk sarsıntı biter bitmez bir yandan telefonla sevdiklerimi ararken bir yandan da pencereden dışarı bakıyordum. Şiddetli yağmur yağıyordu ve insanlar can havliyle kendilerini binaların dışına atmışlardı. Sakindim, sevdiklerimin seslerini duyup rahatladım. Gün ağarana kadar evden çıkmayı düşünmüyordum, fakat telefonla arayan bir arkadaş Meryem Ana Kilisesi’nin kubbesinin çökmüş olduğunu söyledi, giyinip evden çıktım. Bir gün önce yağmaya başlayan kar yerini yağmura bırakmıştı. İnsanlar çaresizce sağa sola koşturup duruyor. Üzerlerine çökmeyecek, sığınabilecekleri saçak altı bir yerler arıyorlardı. Depremin etkisini ilk olarak Bayaz Han’ın yıkılan duvarında gördüm. Handa önemli bir hasar yoktu, bir an önce kiliseye ulaşabilmek için adımlarımı sıklaştırdım. Uzaktan kiliseyi gördüğümde yüreğim burkuldu, kubbe çökmüş, tamamen yok olmuştu.

Beyaz Han

Depremin ilk gününde karşılaştığınız manzara, şehrin yaşadığı kaosta en çok dikkatinizi çeken neydi?

Depremden yaklaşık bir saat sona evden çıktığımda, gördüğüm yaşadığım bölgede gözle görülür fiziksel bir hasar yoktu. Fakat şiddetli sarsıntının ardından insanların büyük bir bölümü can havliyle üzerlerine kalın bir şeyler alamadan, kimisi yatak kıyafetleriyle, çorapsız ayaklarına giydikleri terliklerle kendilerini dışarı atmışlardı. Depremin neden olduğu şok, korku ve endişe yüzlerinden okunuyordu. Yağmurun altındaki insanlar, yüzlerindeki donuk ifade, boş bakan gözlerle sokaklarda caddelerde adeta birer zombi gibi oraya buraya gidip geliyorlardı. Ne yapmalarını bilememenin çaresizliği içindeydiler. Ekmek yok, su ve elektrik kesik. Fırınlar ve marketler kapalı. Soğuk ve yağmur şiddetini artırmış, insanlar en azından kapalı bir yerde akıbetimi beklerim düşüncesiyle evlerine girmeye başladılar. Fakat 13:30 civarı meydana gelen üçüncü büyük depremin ardından evlerine girme cesaretini gösterenler tekrar sokaklara, açık alanlara çıktı. Korku ve endişenin dozu daha da arttı. İnsanların dertlerini, ihtiyaçlarını ve sorunlarını anlatabilecekleri yetkililer, güvenlik görevlileri ve acil yardım görevlileri görünmüyordu. Depremin üzerinden on iki saat geçmiş hava kararmaya, sıcaklık iyice düşmeye başlamıştı ve insanlar açta açıktaydı. Arabası olanlar geceyi aileleriyle birlikte tıkış tepiş arabalarının içinde geçirmeye hazırlanıyordu. Evleri hasar görenler, evlerine girmeye korkan arabası olmayanlar ise o dondurucu soğukta evlerinden getirebildikleri battaniyelere, yorganlara sarılarak parklarda, açık alanlarda sabahlamak zorunda kaldılar. Merkezi ve yerel yönetimlerin doğal afetler karşısında laf üretmenin dışında önlem almadıklarını yaşayarak gördük.

Antep kitabında da daha önce Antep’te depremler olduğunu, şehrin, tarihin belli dönemlerinde yıkıldığını biliyorum, bize önceki depremlerden söz eder misin?

Anteb, kent olarak var olmasını depremlere borçludur diyebiliriz. Kitapta da bahsettiğim gibi 12. yüzyıldan önceki kayıtlarda bölgede Anteb veya benzer başka adlarla bir yerleşim yerinden bahsedilmez. 12. yüzyılın hemen başında –1138, 1156 ve 1159 yıllarında– meydana gelen depremler nedeniyle tamamen yıkılan ve su kaynakları kullanılmaz hale gelen Doliche kentinin sakinlerinin günümüzdeki kale civarına yerleşmesiyle yeni bir kent, Anteb doğdu. Bu arada belirtmek gerekir ki 1138 depremi kayıtlara tarihteki en ölümcül üçüncü deprem olarak geçmiştir. O depremde 230.000 insan hayatını kaybetmiş. Bu büyük depremin ardından daha küçük depremler olmasına rağmen büyük zayiat oluşmadı şehirde. Fakat 13 Ağustos 1822 depreminin yıkıcı etkisinin neredeyse 1138 depremine eşdeğer nitelikte olduğunu kayıtlardan görebiliyoruz. 1822 depreminde Anteb’in yaklaşık % 60’ı tahrip olmuş ve 500 civarında can kaybına neden olmuş. O tarihlerde Anteb’in nüfusunun 10.000 olduğu göz önüne alınırsa tahribatın büyüklüğü daha iyi anlaşılır.

Antep’teki tarihi yapılarda, Antep’in deprem bölgesinde yer aldığını bilen Ermeni ustaların elinden çıkan yapılarda durum nasıl?

Depremden önce başlayan yağmur şiddetini artırarak devam ediyordu. Kelimenin tam anlamıyla sırılsıklam olmuş ve üşümüştüm. Hem biraz ısınmak hem de dinlenip salim kafayla düşünmek için Bey Mahallesi yakınlarında 1890 yılında inşa edilen bir evde oturan arkadaşımı ziyarete gittim. Onun evinde neredeyse hiç hasar meydana gelmemiş olması endişemi bir nebze giderdi. Gün ağarana kadar o evde ardı ardına içtiğimiz çaylar ve kahveler eşliğinde neler yapabileceğimizi onuştuk. Bey mahallesine vardığımda dar sokaklarda bazı binaların dış duvarları yıkılmıştı. Bazı sokakların enkaz ve molozla kapanmıştı. Benim için mahalledeki en önemli yapının Nazaretyan evinin durumunu inceleyebilmek için doğrudan o binanın bulunduğu sokağa gittim. Evin dış duvarlarından biri yıkılmış ve yıkılan kısımdan düşen taşlar sokağı kapatmıştı. İç kısmını görme olanağım olmadığından mahalleyi dolaşmaya devam ettim. Gördüğüm manzara beni şaşırtmıştı, binaların dış cephelerindeki hasar tahminimden azdı. Binalardaki hasarların büyük bölümünün restorasyon yapılan kısımları olması dikkat çekiciydi. Ayrıca Meryem Ana Kilisesi’nin kubbesinin yanlış restorasyon ve sonradan eklenen minareler nedeniyle çökmüş olması kentteki diğer tarihi yapıların akıbeti konusunda endişelenmeme neden olmuştu. İlk gün görme ve inceleme olanağı bulamadığım Nazaretyan evinin iç kısımlarını görebilmek için neredeyse depremden sonra her gün mahalleye gittim. 19 Şubat günü ancak binanın içine girebildim. İç kısımlar neredeyse depremden hiç etkilenmemişti. Kendi kendime acaba dış cephelerde restorasyon adı altında çalışmalar yapılmasaydı daha mı iyi olurdu demekten kendimi alamadım.

Nazaretyan Evi

Yetersiz çalışmalar, enkaz altında yaşayanları kurtarma çalışmalarındaki gecikme ve bütün bu işleri geciktiren bürokrasi, baştan beri her şeye karışan yolsuzluk, siyaset, krizi fırsata çevirmeye teşne politikacıları ulusal ve sosyal medyadan okuduk ama orada yaşayan biri olarak bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Anteb kent merkezi bölgedeki diğer illere göre depremi en az fiziki hasar ve en az can kaybıyla atlatan yerleşim birimlerinden biri diyebilirim. Depremin üzerinden yirmi dört saat geçmiş olmasına rağmen kentte ekmek bulunmuyordu, sular ve doğal gaz kesikti ve birçok mahallede elektrik yoktu. İnsanların büyük bir bölümü aç ve susuzdu. Kendi olanaklarıyla yiyecek ve içecek alabilecekleri marketler, bakkallar, fırınlar kapalıydı. Onlara ne bir şişe su ne bir dilim ekmek, ne de bir tas sıcak çorba verecek kamu kuruluşu yoktu. Fakat ikinci gün öğleye doğru kendi aralarında organize olan duyarlı insanların karınca kararınca ellerinde bulunan malzemelerle hazırlamış oldukları çorbaları, dağıtım firmalarından kendi imkanlarıyla temin ettikleri şişe sularını, sütleri, çocuk mamaları ve bezlerini özverili dayanışma ruhuyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya başlaması kaos ortamında umut ışığı oldu. Dayanışma ruhu kent içinde ve ülke genelinde dalga dalga yayıldı. Asli görevlerini yerine getiremeyen yerel ve merkezi yönetimin yapamadıklarını sivil inisiyatifler, sivil toplum örgütleri yerine getirmeye başladı ve bence başarılı oldular.

Kentteki göçmenlerin, en çok da Suriyeli, özellikle sigortasız, güvencesiz çalıştırılan devasa bir iş gücünün durumu nedir?

Kentte en çok mağdur olanlar ne yazık ki bir kısım siyaset erbabı tarafından her türlü musibetin kaynağı olarak gösterilen Suriyeli göçmenlerdi. Kent nüfusunun yaklaşık üçte birini oluşturan Suriyeli göçmenlerin büyük bir bölümü depremden önce sağlıksız binalarda yaşadıkları için en çok etkilenen kesim oldu. Günlük kazançlarıyla hayata tutunmaya çalışan bu insanların durumu deprem sonrası daha da kötüleşti. Onlara ne kirada oturdukları harabelerde ne de kurmuş oldukları iğreti çadırlarda kalmalarına izin veriliyor. Yerel yönetim ve merkezi yönetim, onların bu kenti terk edip gitmeleri için sinsice bir baskı uyguluyor. Bu depremlerden en çok etkilenen kesim Suriyeli göçmenlerin büyük bir bölümüdür diyebilirim.