Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla) 4 milyar 540 milyon 874 bin 675. Yıl, 77. Gün: 

GREGOR SAMSA İYİ Kİ BÖCEĞE DÖNÜŞMÜŞ, YA ÖTEKİLEŞSEYDİ!

Günümüzde, tutucu yönetimler tarafından boyunlarına LGBT yaftası asılanlar anında kendilerini ötekileştirilmenin dipsiz kuyusunda bulabiliyor. “Ötekileştirmek” insanın kendi değerlerinin savunmasında kullanmaktan çekinmediği bir kavram; din, ırk, cinsiyet alanlarındaki farklılıklar söz konusu olduğunda ele çarçabuk alınan nalıncı keseri.

Erotik şiirlerin şairi Sappho bundan 2600 yıl önce Midilli Adası’nda doğmuş. Bugün, birçok dilde kadın eşcinselliği için kullanılan ve Türkçeye de geçen “Lesbiyen” sözcüğü bu adanın özgün adından geliyor: Lesbos.

Her yılın Eylül ayında gerçekleştirilen Lesbiyen Festivali binlerce kadını tüm dünyadan Midilli Adasına çekiyor. Birkaç yıl önce bu sayının üç-dört bin olduğunu “The Economist” dergisi açıklamıştı. Karımla adayı ziyaret ettiğimiz yıllarda rakam böyle büyük değildi.

Günlük bir tura katılarak adayı doğusundan batısına gezmiştik. Güney’de şirin bir sahil yerleşiminde mola verdiğimizde, gündüzün romantizminin gecenin erotizmine yenilmesine daha saatler varken dikkatimizi çeken, sahilde el ele, el bele gezen çiftlerin hepsinin kadın olduğuydu. 

Sahildeki kafeye oturduk. Müşterilerin tamamına yakını, garsonlar dahil kadındı. Garsonumuz, erkeksiliğini özellikle sergilemekten hoşlanıyor muydu, yoksa bana mı öyle geldi. Kahvelerimizi söyledik. Cinsiyet özgürlüğünün, daha doğrusu kadın özgürlüğünün bir mesele olmaktan çıktığı, her yıl görülmeye değer yaratıcılıkta ve renklilikte, dünyaca ünlü LGBT Festivali’nin gerçekleştirildiği Avustralya gibi bir ülkede yaşamaktan olsa gerek, gördüklerimizi doğal karşılamayacak teorik varsayımlarımız yoktu. 

Kalkmadan önce, masamızı toplamaya gelen garsonumuza, orayı sevdiğimizi, sonraki gelişimizde kalabileceğimiz bir yerin olup olmadığını sorduk. “Oteller var tabii, ama sizi o otellere almazlar,” dedi küçümser bir tavırla ve ekledi: “Heteroseksüeller, buradaki otellerde kalamaz.” 

Garsonun gözünde Kafka’nın böceğinden farkımız yoktu. O anda, gerçekten böceğe dönüşseydik bu beni yaralamazdı, ama şu “ötekileşme” yok mu…

83. Gün: GÜNEŞ ÇARPMASI

“Beni hiç unuttuğun oldu mu?” 

“Unutuyordum elbette. Ama bu insanın yaşadığını, nefes aldığını unutması gibi bir şeydi.”

(“Natali” adlı öyküden.)

İvan Bunin

En iyi Rus yazarlardan biri olan İvan Bunin’in (1870-1953) “Güneş Çarpması” başlıklı öyküsü on öykü içeren kitaba adını vermiş.[1] Öykü, bunu ve fazlasını hak edecek kadar güzel. Yönetmen Andrey Tarkovsky’nin, içinde Bunin’le kardeş olduğuna dair bir duygu taşıdığını ve “Güneş Çarpması” öyküsünün en sevdiği öykü olduğunu söylemesi boşuna değil.

Bu öykünün –ki başlığı konu bağlamında ve yazarın kadına bakışı açısından çok inceliklidir– neden öne çıktığını anlamak için yazarı bir öykücü olarak tanımak gerekiyor. Kitabı okudukça izlenimlerimin çizgilerinin aynı noktalardan geçtiğini gözlemledim; duygulara hükmeden ayrıntılı bir doğa betimlemesi, güçlü bir mekan duygusunu yansıtan yer ve zaman betimlemesi, az sayıdaki karakterler ve onların (karmaşık da olabilen) iç dünyaları, monolog veya diyaloglarla, diyalog dışı anlatımın dengesi; karakterlere, olaya veya duruma ait, okura ulaşan bilgilerin öykü içindeki sırasının şaşmaz doğruluğu ve bağlam çerçevesinin dışına taşmama özeni. Ki, kanımca bu son ikisi, iyi bir öykünün olmazsa olmazlarıdır.

Yazarın “Güneş Çarpması” öyküsü, tüm bu noktaları birleştirmiş ve nokta bilmecelerindeki gibi ortaya çok güzel bir öykü çıkmış.

Diğer yandan, kitaptaki öykülerin her biri sanki her şeyden önce yirminci yüzyılın başında, yazarın tanığı olduğu dönemdeki bir coğrafyayı ve o coğrafyaya ait yaşam şeklini anlatmak için kaleme alınmıştır. Böyle düşününce, “Öykülerdeki kurmaca karakterler, olaylar veya durumlar, yazarın asıl amacına hizmet eden yan unsurlar mıdır?” sorusu aklı kurcalıyor. Kitaptaki özgeçmişinden öğrendiğimize göre, yazarın 1920’den ölümüne kadar otuz üç yıl Rusya özlemiyle ve Devrim öncesindeki yaşamının anılarıyla Paris’te yaşadığı düşünülürse, bence bu soru pek de yabana atılmamalı.

1911 tarihli ilk öykü olan ve İstanbul’u bir resim gibi betimleyen “Feryat”dan bir cümle çekelim:

“Ancak her şey, karşımızda ağır ağır belirginleşen tepeler olsun, Haliç olsun, sonra Üsküdar’ın, İstanbul’un, Galata’nın solgun siluetleri olsun her şey henüz çok ötelerde; her şey henüz mat beyaz bir tül perdesinin gerisinde ve bir Bursa kumaşı kadar alabildiğine narin, alabildiğine şeffaf ve hassas…”

Bir Tanpınar alıntısına ne kadar da benziyor, değil mi?

Her öykünün yazardan talep ettiği üslubun yazarca göz önüne alınması ve farklı öykülerde üslubun da farklılaştırılması gerektiğine olan inancımın bu kitapta olabildiğince destek bulduğunu sevinerek gördüm ve öyküleri severek okudum. Öyle ki, her birinin okunmasına birer gün hazmetme arası vererek…

Nobel kazanan ilk Rus yazar olmasının yanında, sürgünde olup Komünist Rusya’da kitapları yayımlanan ilk yazar olan İvan Bunin’in Güneş Çarpması kitabını tüm öykü severlere gözü kapalı salık veririm. Mevsimlerin içinden gelip, gündüzün veya gecenin sessizliğini delerek kulağa ulaşan seslerin yazarıyla zaman geçirmek güzel.

88. Gün: HANİ

Hani bir duygu vardır. Aynalı büfenin veya komodinin üstünde yıllardır duran çerçeveli fotoğraflarını düşün. O güzel ve bir zamanlar bir anıyı sarmalamak ve geleceğe taşımak için özenle seçilmiş çerçevesinde duran bir fotoğraf. Bir gün gelir, eline yakın bir zamana ve yaşayan bir anıya ait bir fotoğraf geçer ve o anda, onu önce hemen güzel bir çerçeveye ve evinde göze görünür bir yere koymak istersin. O sırada, yeni bir çerçeve satın alma seçeneği sana zor ve yorucu gelir. Gider, anlamını kanıksanmanın bataklığında yavaş yavaş yitirmiş bir anıyı hâlâ anımsatmayı umutsuzca sürdürmeye çalışan eski fotoğrafı alır, çerçevesinden çıkarır, bir kenara koyar ve elindeki yeni fotoğrafı o eski çerçeveye yerleştirirsin. 

O anda, yaptığın şeyden tuhaf bir rahatsızlık duyarsın: Yeni fotoğraf eski çerçeveye yakışmamıştır. Çerçevesinde yıllardır duran ve şimdi bir kağıt parçası halinde masanın üstüne attığın o eski fotoğrafın, zaman içinde çerçevesiyle çoktan bütünleşmiş ve tek bir eşya haline gelmiş olduğunu hissedersin. Yapmaya muktedir olduğun halde bazı şeyleri yapmaya hakkın olmadığı duygusunun inceden seslenişini içinde duyarsın. Karar verip yaptığın basit bir şey bile seni kendinle karşı karşıya getirmiştir. Çerçeveyi tekrar bozar, taktığın fotoğrafı çıkarır, yeniden eski fotoğrafı içine koyar ve onu her zamanki yerine yerleştirirsin. Böylece rahatlar ve artık buruk ama hiç değilse aşina olduğun bir iç huzuruna kavuşursun.

Konuşurken kahvemi biraz soğutmuşum. Eski kocanla neden yeniden birlikte olmaya karar verdin, diye sormuştun değil mi?

91. Gün: 

Şu yaşamda, bir hayal olan aşktan daha gerçek bir şey yoktur.

Nazmi Özüçelik


[1] İvan Bunin, Güneş Çarpması, Jaguar Kitap, 2023, Çeviren: Eyüp Karakuş.