Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

İlayda Özcan

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Kitap fikri yazdıkça ve yazmaya olan tutkunuz arttıkça kafanızda şekillenen bir olgu tabii ancak ilk zamanlardan beri yazdıklarımın bir yerde toplanacağı düşüncesi vardı kafamda aslında, çünkü biriken ve birikmeye devam eden şeyleri ortada bırakamazsınız ve bırakmamalısınız da. Kitaba da biraz bu bağlamda bakıyorum. Yazdım, yazmaya devam ettim ve birikenleri ortada bırakmadım. Ben onlara ayrı bir yuva vermek istedim, ev sahibinin kapısını çaldım hâliyle, Sedat Demir de müthiş bir ev sahibi oldu.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

İnsan sevdiği bir şeyi ya daha çok sever ya da o sevdiği şeyi yapmaya çalışır bence. Muhtemelen bununla alakalı bir durum ancak spesifik olarak cevap vermek gerekirse bu sorunun cevabının ortaokul yıllarıma dayandığını söyleyebilirim. İlk kez kendimi bilerek öykü okumaya başladığım ve Sait Fâik’i tanıdığım yıllar… Lüzumsuz Adam’da, “Sakın benden büyük vakalar beklemeyin n’olur” diye sesleniyordu okurlarına. Ben de hiç beklemediğimi ve öykünün olayının da aslında bu olduğunu fark ettim, tabii kendi kanaatim. Üniversitede çok kıymet verdiğim bir hocam da romanla öyküyü kıyaslarken şöyle derdi hep, “Roman laf kalabalığı yapmayı bilenlerin işidir, bir laf salatasıdır; öykü ise az konuşan, ne anlatacağını bilenlerin.” Ben de hep az konuşan biri oldum, bu yüzden tercihimin de öykü olmasına pek şaşmamalı. Ayrıca Cortazar’ı da anmak gerekir ki öykü, okuru nakavt etmek için idealdir.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Benim için beklediğimden daha zor ve uzun bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Yazarken odaklandığınız ve sizi motive eden şey bitirme düşüncesi oluyor ama aslında her şey, artık bitti dediğiniz zaman başlıyor. Ben hatırı sayılır bir yarışmaya gönderme düşüncesiyle toplamıştım yazdıklarımı ilk etapta, gönderdim de ancak umduğum gibi olmadı. Sonrasında farklı yayınevlerine ilettim dosyamı ancak illa kitabım olması lazım, basılması lazım, diye hareket etmedim açıkçası. Uzun süre gönderdiğim yayınevlerinden cevap bekledim ancak hâlâ okuyup okumadıklarını bilmiyorum. Veryansın etmeyeceğim bu konuda ama birçok insanı küstürdüklerini göz önünde bulundursalar keşke… Sonra Epona’yla, Sedat Demir’le kesişti yollarımız. Yeni yazarlara ve iyi metinlere verdiği kıymeti daha öncesinden biliyordum zaten, o yüzden rahatça teslim edebildim dosyamı.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Bu konuda korkularım vardı açıkçası. Beni anlamayacak, kişisel zevk ve beğenileriyle metine yön verecek bir editörle çalışmaktan çok korkuyordum. Hak verirsiniz ki şahsi meselelerimizi karıştırmadan okuma yapmak zor. Kızmıyorum bunu yapanlara ancak bir metni okurken bizim ne görmek istediğimiz değil de önce yazarın ne yapmak istediğini anlamalıymışız gibi geliyor bana. Doğru bir okumanın bu şekilde gerçekleşeceğini düşünüyorum ve ben bu konuda oldukça şanslı olduğumu söyleyebilirim çünkü Onurhan Ersoy gibi bir editörle çalıştım. O beni anladı ve Madam’ın Unuttukları’nı birlikte daha çok güzelleştirdik.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Pek bir değişiklik olduğunu söyleyemem. Olumlu veya olumsuz her şeye hazırlamıştım kendimi ancak zaten kitap okuma oranının düşük olduğu ve popülaritenin okuma zevklerimize yön verdiği bir dönemde çok okunmayı, satış rekorları kırmayı beklemiyordum tabii. Bugüne kadar doğru okurları bulduğumu, bundan sonra da kendi yağında kavrulup gideceğini düşünüyorum.

Telif aldınız mı?

Evet.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Misafirlerin karşısına çıkmak için yeterli cesareti toplayacak ve gereken hazırlığı yapacak kadar uzun süre vakit geçirdiğimi söyleyebilirim. Birbirinden farklı dergilerde yazdım üniversite yıllarımdan beri, bir tanesinde uzun yıllar editörlük de yaptım. Yazan veya yazmaya hevesi olan herkesin de o mutfakta vakit geçirmesi taraftarıyım.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Bu konuda kitabın bir marifetinin olduğunu düşünmüyorum, bireyin marifeti önemli bence. İnsanları yazmaya olan tutkunuza, bunu yapabildiğinize veya yapabileceğinize inandırabiliyor musunuz ona bakmak gerek. Az önceki sorunun cevabında da söylediğim gibi, ben mutfakta yeterince vakit geçirdim ve her şeyden önce isteğimle de insanları yazmayla olan ilişkimin ciddiliğine inandırdım zaten.

Peki, bundan sonra?

Kitabımın başında şöyle bir ithaf var: “Bir gün en çok kendimize muhtaçlığımızı anlayıncaya kadar inanmanın, aldanmanın ve tamamlanmamışlığın cehenneminde yaşayanlara,” diye. Aslında yazmaya başlarken başka bir ithaf cümlesi vardı aklımda, “sesini kendisinden başkasına duyuramayanlara” diye ama ortaya çıkan öykülerden sonra ilk ithafın daha uygun olduğunu düşünmüştük. Bu soruya ise ikincisiyle cevap vermek daha doğru olacak sanırım. Yazmak benim için en çok kendimi duyurmaya çalıştığım bir eylem oldu, başka türlü bunu yapmayı başaramadım çünkü. Sesim kesilmediği, ve hâlâ duyulmak istediğime göre de bundan sonra da yazmaya devam…